30 Nisan 2013 Salı

Friends


Aslında adını çok önceden duyduğum ama başlamaya üşendiğim bir dizidir Friends. HIMYM'dan sonra başlamak daha da zor gelmişti açıkçası ama izledikçe dizinin 90lı yılların fenomeni olan her şeyi taşıdığını ve HIMYM'ın neredeyse bütün bölümlerinde Friends'ten alıntılar yaptığını görebiliyorsunuz.

Friends içindeki sıcaklık arkadaşlık ortamı bence hepimizin özlemini çektiği bir yapıya sahip. O zamanların klişe esprileri biraz bayatladığı için bazı yerler sıkıcı gelmesine rağmen içinde bulundurduğu olayların orjinalliği hiç bir dizide bulamadığınız zevki size tattıracaktır.

İzlemeye başlayın bırakamayacaksınız... :-)



Dizi içindeki iki ana karaktere çok benzediğim söylenebilir. Hep huy, hem de davranış şekilleri olarak ikisininde özellikleri resmen bende buluşmuş Chandler ve Ross. Olaylar ve yaptıkları hakkında en az beş tane uzun yazı çıkartabilirim ama spoiler vermek istemiyorum. Fakat beni birazcık tanımak isteyen iki karakteri biraz seyretse yeterli olur. Tanıyanların yorumları ise "aynı sen!" :)

İşte bazı resimler ve geçen konuşmalardan ufak bir albüm denebilir. Biraz bakın:







Kendimi sorguladim.

Tabletten  blog yazma denemesi İİ.
Laboratuarin baslamasini beklerken sikintidan yapacak bir sey bulamadim ve butun sosyal paylasim sitelerinde gezindikten sonra boyle.bir Yazi yazayim dedim fakat sosis parmaklarla kucucuk klavyeden yamak gercekten zor oluyor.

Sosyal aglarda paylasilanlari okudukca herkesin belli konularda asilamaz takintilari olduguna inanmaya basladim ve bu paylasim yerlerinin asiri samimiyetsiz oldugunu dusunuyorum. Cunku insanlarin paylastiklari veya yazdiklari sozler sadece kendi iclerindeki bir sorun icin yazilmis olmasina ragmen cok buyuk genellemeler iceriyor. Ornek olarak butun erkeklerin odun oldugundan bahseden birisine erkek arkadasini sordugunuzda yok o muhtesem birisi diyebiliyor. Peki butun erkekler ayniysa sen neyle cikiyorsun?

Benzer olarak her yerde efil efil aski arayan insanlar var (bende bunlardan biri sayilabilirdim gecen yila kadar) ama bu insanlar onlarin karsisina kendilerini seven biri ciktiginda fellik fellik kacacak delik ariyorlar. Ee ask kapinda iste noldu? Cevap hep klasiktir
: o benim aradigim degil.  

Peki geleni reddedecektin de niye ortaliga ver yansin ediyordun?

Ayni olaylar siyasi konularda da var ama oraya girmiyorum  cunku benim o konulardaki tavrim bana aittir ve kesindir.

Ustteki diger konuda ise benzer seyleri ben de yaptigim icin kendimi sorgulamak istedim. Yaptigim buyuk bir iki yuzlulukmus gibi gorundu bana.

 Bu konuda sizler ne dusunuyorsunuz?

29 Nisan 2013 Pazartesi

Mimlendim!

Takip ettiğim blog yazarlarının en yetenekli ilk üçün arasındaki Pe hito beni mimlemiş! Bu mim ise şimdiye kadar ki mimlerin içinde en ilginç olanı :) Burada sorular yok çocukluk oyunlarımız ve sizin onlar hakkındaki düşünceleriniz...

Saklambaç
İlk olarak evin içinde bizimkilerden saklanmakla başladı saklambaç maceralarım, yatakların altı, divanların içi, yatak-yorgan hurçlarının tepesi en favori yerlerim o zamanlar. Sonra sokaklar oyun alanım olmuştu, geceleri oynardık mahallenin çocuklarıyla, ilk sevgilimle o akşamlardan birinde tanışmıştım aynı yere saklanmaya çalışmış sonra gülmeye başlamış ve ebenin bulduğu ilk saklanamayanlar ikisi biz olmuştuk...  :)

Tek Kale
Hiç top oynamayı seven erkeklerden olmamışımdır. Tek kale benim için pek bir anlam taşımaz. bizim gençler iki büyük taş koyar üçerli takım oluşturur sonra kola kutusu peşinde kaleciye gol atmaya çalışırlardı. Bizde gülerek onları izlerdik. 

Taş Kaydırmaca
Bu isimde bir oyun zihnimde yok, aynı şey mi bilmiyorum ama biz suyun üzerinden taş sektirirdik. Kim saha fazla yapacak diye iddiaya bile girerdik sonra her zaman mızıkçılık yapan birileri çıkardı. Rekorumu hatırlıyorum sekiz kez sekmişti ve sonrasında o taşı bulup saklamak için denize dalmıştım ama nafile!


İp Atlama
Tek başıma atlamaktan çok sıkılırdım ama karşılıklı ipi sallarken milletin atlamaya çalışması çok eğlenceli oluyordu :) 

Kör Ebe
İşte bunu orta okulda sınıfın ortasında oynamıştık, sadece bir kez ebe olmuşumdur hayatım da oda o gündü! Hoca seçmişti >.< 

Şarkılı Yerden Uzak
Böyle oyun mu varmış ya! Benden çok uzak...

İstop
Saklambaç oynamadan önceki klasik oyunumuzdu, bunun son ebesi saklambaçın ilk ebesi olurdu. Her zaman topu yakalayamasam da kimsenin çevrede bulamayacağı absürt renkleri söylemekte üstüme yoktu :D

Evcilik
Hiç eğlenmezdim! Ama kızlar zorla oynatırlardı o zamanlar, hayali çaylar, çamurdan pastalar kurabiyeler ah ne güzel günlerdi yine de! :)


Burada unutulmuş ama ben onuda eklemek istedim.

Yakan top
Arkadaşım M. ile eşleştik mi karşımıza çıkan yandı! O top canınızı çok acıtacak a dostlar :-)

Mimlediklerim:

Anarşi
dondurma delisi
Gülnihâl-Ayrı değil birleşik

The one about me!

Başlık Friends dizisi bölümlerinden, bu aralar pek 'my friends' beni başlarından savma modunda olduklarından buraya bir şeyler karalayım dedim.

Aslında çok güzel bir gün konuşmak istediğim yani iki sohbetin belini kıracağım kimsenin o modda olmamasından kaynaklı olarak bozuldu. Asıl konuşmak istediğim daha doğrusu beraber saçmalamanın ve gülmenin özlemini duyduğum arkadaşımla irtibat kurmaya korktuğum için (yine bariz bir şekilde terslenirsem...). Konuşmaktan zevk aldığım başka bir arkadaşa ulaşmaya çalıştım ama oda pek havasında değildi!

Ne söylediysem trip olarak algılayıp! Benim depresyonda olduğumu belirtti. Şaştım kaldım afalladım!
Sonunda gerçekten depresyona girdim sanırım. Ve güneşin batışıyla birlikte düştüm yollara, bana en iyi gelen rahatlama yöntemine; yürüyüş...

Yol boyunca günümüzden geriye doğru kendimi, yaptıklarımı, yaşadıklarımı, hissettiklerimi ve yüzleşmekten korktuğum şeyleri gözden geçirdim. Bazı konularla rahatlıkla yüzleşebildiğimi farkettim. Artık belli bir seviye atlamışım hayat macerasında. Eskiden uzun süreler üzüldüğüm minik olayların üzerinde artık hiç durmadığımı, insanları eskiden çok yadırgarken artık herkesi olduğu gibi kabul ettiğimi gördüm.

Sonra şu konuşmalarımın yanlış anlaşılması, trip mevzusu üzerine biraz kafa yordum. Aslında o anda aklıma gelen ilk şekilde konuştuğum için bazı şeyleri tam olarak ifade edemediğimi  ve günümüzde insanların en ufak bir şeyden birbirlerine tavır almasının sonuçlarının karşımdakilerin benim söylediklerimi tripmiş gibi algılamalarına sebep olduğunu görüyorum. Onların anlayış tarzını ve bana bakış tarzlarını kısa vadede değiştiremeyeceğim için kendi konuşma düzenimi daha açıklayıcı ve net bir şekilde geliştirmeye çalışacağım. Bakalım neler olacak...

Bu sırada da insanların beni bıraktıklarını farkına vardım. Arkadaşım olduğunu belirtip sadece kendi dertlerini anlatacak bir güzin abla olarak kullanıp sonrasında da benim benzer durumda kaldığımda hiç birini bulamadığımı gördüm. İnsanların benciliyeti ve sadece kendi işlerine yaradığınız sürece sizin yanınızda olması sonrasında hiç yokmuşsunuz gibi davranmaları gerçekten çok acı. Üzgünüm...

Arkadaşlığı ben beraber gülmek, eğlenmek, saçmalamak, oyun oynamak, şakalaşmak, ders çalışmak gibi bazı aktivitelerin yanında, kötü anlarımızda, dertleşmek istediğimiz veya öylece konuşamadığımız konularda rahatça konuşabileceğimiz garanti bir yer olarak görüyordum. Hatta aramızda olabilecek en kötü olay yaşansa bile zor anımızda yardımlaşacağımızı bildiğimiz biri olması gerekiyor arkadaşın. Ve farkına varıyorum ki hiç arkadaşım yokmuş ve bunun aksine inandıracak birininde çıkacağını hiç sanmıyorum..

Konuşulmak istenen çok şey, konuşulacak hiç kimse olmadığı için...




28 Nisan 2013 Pazar

Güneş'in güzelliği

Uzun bir kışın ardından böylesine güzel bir güneş görmek insanın içindeki yaşam hücrelerini harekete geçiriyormuş.

Gece tam olarak kapanmamış perdemin bıraktığı boşluğu fırsat bilen ilk gün ışıkları hayat veren küçük hüzmeler şeklinde yüzüme dokunarak beni huzur verici bir rüyanın içinden uyandırdılar. Belkide rüyanın o kadar güzel olmasının sebebi onlardı, üzerinde pek düşünmedim. Mutluydum!

Yüzümde büyük bir gülümseme ile kahvaltımı hazırladım. Büyük kocaman bir pazar günü kahvaltısı! En sevdiğim reçelden sürdüm bir dilim, iki dilim peynir, üç zeytin, küçük çeri domateslerden ve uzunlamasına kesilmiş tuz serpilmiş hıyar. İyice demlemiş olduğum çayımı alıp geçtim deniz manzaralı salonumun cam kenarına berjere bir güzel kuruldum ve hafif kıpırdanan denizin güzelliğini seyrederek yaptım kahvaltımı. güzelliğin içinde kaybolarak aheste aheste, aslında tez canlı biriyimdir ama o huzur aceleye getirilerek harcanacak bir lüks değildi. Her zaman bulunamıyor öyle güzel günler, aydınlık sabahlar...

Bir süre ev işleriyle ilgilendikten sonra havanın güzelliğinin cazibesine kapılıp dışarıya çıkmaya karar verdim o kadar yapılması gereken ödev ve çalışılmayı bekleyen sınava rağmen...

Pek dikkat etmeden mavi kareli gömleğimi aldım, altıma da kotumu geçirip kendimi dışarıya attım. Kulağımda anlamadığım dilde hareketli şarkılar çalarken bende martıların suya dalışlarını seyrediyordum yürürken. Havanın biraz sıkıcı bir şekilde sıcak olmasına rağmen ara sıra esen hafif yel insanı yumuşak bir dokunuşla rahatlatıyordu.



Bir süre yürüyüşüm böyle sakin bir şekilde devam etti. Ufak bir dinlenme molası verdim yolumun yaklaşık yarısına ulaştığımda, orada ufak bir şaşkınlıkla bana el sallayan bir çift gördüm, pek fazla uzağımda değillerdi. Minik bir fotoğraf makinesini göstererek beni yanlarına davet ettiler. Onlarda havanın güzelliğini fırsat bilerek kendilerini çimlerin üzerine atmışlar ve bu anı unutulmaz kılmak istiyorlarmış. Çok güzel yüzlü, sohbetleri hoştu bir birlerine fiziksel olarak değil ama ruhen bu kadar güzel yakışmış bir çifti pek görmemiştim bugüne kadar.

Kadın uzun, sarışın uzun kıvırcık saçları olan açık tenli biri kendine ait ufak bir dükkanı işletiyormuş. Adam ise ondan biraz kısaydı sanırım gözlerinde büyük bir yorgunluk vardı ikisininde aslında böyle anlarının daha fazla olamayacağının düşüncesiydi belkide bilmiyorum. Uzun zamandır kemoterapiye devam ediyormuş, tedavinin yavaş gittiğini söyledi ve üzerine pek devam etmek istemediğini hissederek konuyu başka yere çevirdim o sıra da yolun yanından son sürat geçen bir motorun sürücüsüne dikkati çekerek. Sonrasında bir iki lafladık, bir kaç fotoğraf daha ekledik o güzel anılara ve vedalaştık en iyi mutluluk, sağlık ve gelecek dilekleriyle...

Fakat bu tesadüfi karşılaşma beni yolun geri kalanında derin düşüncelere sürükledi istemeden. Gerçekten birbirini seven çok güzel bir çift ve onları ayırmaya çalışan bir kara kedi kanser!

Beni hiç sevmemişti şükür ki! Ondan nasıl ayrılacağımı, daha doğrusu onu nasıl yalnız bırakabileceğimi düşünüyordum sonuçları öğrendiğim son bir buçuk aydır. Çünkü geride seven birinin kalması acı, ruhun aldığı yaralar ve sen eriyip giderken onun yanında çaresizce bekleyecek olması. Senin ona yalvaran gözlerle uzun uzun bakacağın. aklına gelecek olan yaşanacak günlerin kurulmuş olan hayallerinin güzelliği. Birinin gözündeki yaşam enerjisinin minik sebepsiz hücreler yüzünden yitmeye başlaması ve ona bakan yaşam dolu gözlerin içinde beliren aşkın üzüntüye kahra dönüşmesi...

İşte bunların hiç birini yaşamayacaktık. O ruhunun içindeki kanseri iyileştirmek amacıyla yollarımızın ayrılması gerektiğine karar verdi ve gitti. Yapabileceğim bir şey yoktu ki yapmak istediğim bir şey de yoktu aslında üzülmekten başka. Ya sevseydi! Ya o zamana kadar hep yanımda kalsaydı... Hiç birinin olmayacağına belkide içten içe sevinmiştim bile ilk defa ayrılmak istediğini duyduğumda.

Böyle daha iyi oldu!
Evet yolun sonuna vardığımda önümdeki insanların bir anda kafalarını bana çevirmeleriyle fark ettim son sözlerim düşüncelerimin içinden çıkmış dudaklarımdan kelimelere dökülmüştü. Sonra onlar yollarına devam ettiler bende eve dönüş yoluna geçtim.

Zamanım dolana kadar yaşantıma devam etmem gerekiyor. Zaten hep öyle yaşamam öğretilmişti bana;
'hiç ölmeyecekmiş gibi yaşa, yarın ölecekmiş gibi ibadet et' ikinci kısımda sorunlar çıkabilir belki ama ilk kısmı son nefesimi verene kadar yapmaya devam edeceğimi biliyorum!


27 Nisan 2013 Cumartesi

Model

Son bir kaç haftada keşfettiğim bir müzik grubu 'Model'

 Daha önceleri radyoda ara sıra çıkar dinlerdim ama pek önemsememişim demek. Bir arkadaşımın sosyal platformda paylaştığı klipten sonra dikkatimi çektiler. Ve son yıllarda pop müzik adına rezalet olan piyasaya yeni bir soluk getirmişler. 

Sonra biraz araştırma yaptım ve aslında pek yeni değilmişler. 2005 yılında kurulan grup, bir çok ünlü sanatçıyla ufak çalışmalar yapmış ve sonrasında kendi albümlerini çıkartmışlar ve ödüller beni pek ilgilendirmese de bir çok oluşumdan ödül almışlar. 

Umarım gelecek günler de güzel başarılarını eşsiz çalışmalarla taçlandırırlar.

Burada benim hislerime dokunan bir kaç parçalarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu aralar nedense hep bunları dinliyorum. Müzik ve sözlerin ahengi nefes kesici... Sözleri koysam mı önce bilemedim ama buraya yazmamın daha güzel olacağını düşündüm... Onlara da dikkat edin!


Herkes yalnızdır kendi buzdan şatosunda, 
Biri gelip duvarları eritsin ister. 
Herkes denizci fırtınalı okyanusta, 
Bir limana yelkenleri indirmek ister. 

Herkes bir savaşçıdır kendi savaşında, 
Birisi için gardını indirmek ister. 
Herkes yorgundur yaşamaktan bu hayatta, 
Dizine yatıp birinin uyumak ister. 

Ben çırılçıplak bir kadın karşında... 

Attım dertleri hep içime içime, 
En sonunda kaldım tek başıma. 
Koy gidelim saki, koy kadehin içine! 
Vuralım bu gece bu şişenin dibine! 

Yastığımda hala ılık nefesin var, 
Yanımda olsan şimdi nasıl sevesim var! 
Her şeyi darmadağın edip gidesim var. 
Durmadan içiyorsam bir sebebim var! 


Söz - Müzik: Can Temiz






Bir melek vardı, 
Aşkı fısıldardı. 
Elimde o büyülü ellerin hayali kaldı. 

Uyku imkansız, 
Umut vicdansız. 
Güneş bile dedi ki kendine: "Doğmak 
anlamsız." 

Ağladım delice, 
Elimde boş bir şişe,

Kutladım bu gece sarılmanı, 
Başka kollara. 

Yapayalnız biçare, 
Ölüyorsam kime ne! 
Benzedim bu gece, 
Yine boş sokaklara. 


Söz - Müzik: Can Temiz






Ah ne zormuş bitsin demek, 
Hala severken seni. 
Dudaklarını öpmemek, 
Bir yabancı gibi. 

Bilirsin ayrılık konusunda, 
İyi değiliz ikimiz de. 
Bir kıvılcım yeterdi her zaman, 
Koşup geri dönmemize. 

Değmesin ellerimiz, 
Buluşmasın bu gözler. 
Yine erir gideriz, 
Unutulur yeminler. 

Biz hiç beceremedik sevmeyi de terk etmeyi de. 
Aşk kokan dudakların karşısında direnmeyi de. 

Biz hiç beceremedik sevmeyi de terk etmeyi de. 
Aşk dolu mısraların karşısında direnmeyi de. 

Ah ne zormuş bitsin demek, 
Hala severken seni. 
Dudaklarını öpmemek, 
Bir yabancı gibi. 

Bilirsin ayrılık konusunda, 
İyi değiliz ikimiz de. 
Bir kıvılcım yeterdi her zaman, 
Koşup geri dönmemize.


Değmesin ellerimiz, 
Buluşmasın bu gözler. 
Yine erir gideriz, 
Unutulur yeminler. 

Biz hiç beceremedik sevmeyi de terk etmeyi de. 
Aşk kokan dudakların karşısında direnmeyi de. 

Biz hiç beceremedik sevmeyi de terk etmeyi de. 
Aşk dolu mısraların karşısında direnmeyi de. 

İşte bir kez daha durup karşında, 
Belki de son defa soruyorum sana: 

Bitti mi hikayemiz? 
Bu ne biçim son böyle? 
Değmez miydi sevgimiz, 
Savaşıp direnmeye? 

Değmesin ellerimiz, 
Buluşmasın bu gözler. 
Yine erir gideriz, 
Unutulur yeminler. 

Biz hiç beceremedik sevmeyi de terk etmeyi de. 
Kendimize sahip çıkıp dünyayla yüzleşmeyi de. 

Biz hiç beceremedik sevmeyi de terk etmeyi de. 
Korktuğumuz o gözlerin karşısında direnmeyi de. 

Bitmesin hikayemiz... 


Söz - Müzik: Can Temiz


Kısa bir kaçamak!

Objektiflerden aşırı derecede kaçındığım günlerdeyim.

Saç, sakal almış başını gidiyor. Siyah gözlüklerimi gözlerimden çıkarmıyorum, aslında ilk aldığımda çok hoşuma gitti ama sonra pek hoşlanmadım, takınca kendimi amerikan kırolarına benzetiyorum nedense :)

Kaçamağım Alaçatı!
Son yılların en popüler tatil beldelerinden biri! İnsanların hala o köyde ne bulduklarını anlayamıyorum. O köy benim köyüm olunca tabi ki biraz abes geliyor sanırım.

Ulan! Benim gideceğim şöyle köy gibi köyüm hiç olmadı. Hep tatil yöreleri memleketim, akrabalarım desen hepsi ege sahillerinde her milletten karışığız zaten ama en güzeli! 

Benim tatilim yine her zaman ki gibi  iş yapmakla geçti ama ilk defa böyle dolu dolu oldu sanırım. Biraz keyif, biraz iş çok güzel bir uyum içindeydi. Önce bahçe otlarını yolma, sonra dikmiş olduğum ceviz ağacının yeni yapraklarının çıktığını görmek , oğlaklarımızı kovalamak, horoz peşinden koşturmak. Papatyalar, zeytinlerin çiçek açtığını ilk defa keşfetmek! 

Sonra başka bir bahçenin otlarını yolmak, çapalamak, toprak içindeki taşları ayıklamak. O bahçeye ektiğim ağaçlarında tutmuş olması ve yeşermeye başlamaları. Kivi ağacının çok ilginç bir şey olması! 

Hayatımda gördüğüm en güzel beyaz gülün bahçemizde gonca vermesi! Ağaçtan muşmula koparıp hemen yemek (muşmulayı pek sevmem ) Yabani eriğimizin efsane güzellikte yeşil erik yapması! Hatmi çiçeğinin yapraklarının yarım metrekare ye genişlemesi ve çenemin düşmesi! 

Kontesin aptallıkları ve sevimlilikleri ve Ares'in asaleti ile kocaman patileri!
Deniz, kumsal ve günün en güzel kısmı yola çıkmadan önce seyredilen yıldızlardı!

Ve her şey bir buçuk günlük köy kaçamağında olan şeyler. Ve o köy bizim köyümüzdür! Orası Alaçatı!

PS: Babannemin baktığı fal sonucunda hayatımın çok ilginç bir şekilde değişeceğini öğrendim. Bakalım neler olacak. Fakat fal bakılırken yapılan sohbete bakarsak herkesin benimle ilgili kurmuş olduğu farklı planlar var. Ve hepsinin gideceği yerler çok güzel! Geleceğimi çok merak ediyor olmama rağmen hiç öğrenmek istemediğim de bir gerçek. Neyse fallarla idare ediyoruz, fala inanma falsız da kalma ;)

Işık ve sevgi her daim üzerinizde parlasın! Mutluluklar... :-)

Sessiz Gemi


Sessiz Gemi

Artık demir almak günü gelmişse zamandan, 

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. 


Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; 
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol. 



Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli, 
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli. 



Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu. 
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu. 



Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; 
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler. 



Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden. 
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

                                                     
                                                    Yahya Kemal Beyatlı     



22 Nisan 2013 Pazartesi

Hiroşima'nın Çiçekleri

Aslında nasıl anlatacağımı bilemiyorum!



Doğduğum günün geçmişinin bu kadar acı olması ve acıların hala devam ediyor olması ise beni daha çok yaralıyor.

Edita Morris kitabında kurgusal olarak bir hikayeden bahsetmiş fakat gerçeklerin anlattığından pek farklı olduğunu düşünmüyorum. Aslında hiç bir anlatım yapmadan sadece kitapta bulunan yerleri sizlerle paylaşıp hikayeyi size hissettirmeyi düşünüyordum fakat sonradan vazgeçtim. Belki sonra yaparım...

Kısaca hikayeden bahsedeyim;

Atom bombasının Hiroşima'ya atılmasının üstünden 14 yıl geçmiş...
Kiraz Çiçeklerinin tomurcaklarının yeni yeni açmaya başladığı bir zaman, Amerika'dan iş görüşmesi nedeniyle Japonya'ya gelen Amerikalı Tokyo'dan sonra Hiroşima'ya uğruyor. Yolunu sorduğu Yuka geçici kiracı aradıklarını söylüyor ve Yuka'nın kız kardeşini daha önceden aşık olduğu bir bayana benzeten Sam orada bir süre kalmaya karar veriyor.

Ve Hiroşima'ya savaşın verdiği zararı ve onun etkilerinin nasıl devam ettiğini görüyor...

Hikayeyi Yuka'nın anlatımından dinliyoruz. Kesik kesik ama akıcı bir anlatım. Özelikle onun yaşadıkları, düşüncelerini çok güzel bir şekilde yazıya dökmüş yazar. Olayların gelişimini genel olarak en baştan tahmin ediyorsunuz fakat sonuç tam olarak beklediğiniz gibi olmuyor...


Açıkçası, hikayenin üzerinizde oluşturacağı duygusal yük gerçekten çok ağır. Japonların, yaşam ve düşünce tarzlarının Amerikalıların tarzına ne kadar zıt olduğunu ama dışarıdan bakıldığında ikisinin de ortak bir çok his paylaştığını görebileceksiniz. Yuka'nın Misafirini olayları anlamasından ve o saflığının, mutluluğunun bozulmasını önlemek için göstermiş olduğu uğraş, ona duyduğu yakınlık ve arkadaşlık hepimizin çevremizde aramış olduğu duyguları eşsiz bir şekilde yansıtıyor.

Kitaba hayran kaldım, bitirdikten sonra tekrar okuyup bitirdim. İlk başta sıkıcı gibi gelen hikayenin özünü anlamaya başladığım da benim için vazgeçilmez kitaplardan biri haline geldi Hiroşima'nın Çiçekleri.

Eğer bulabilirseniz okumanızı kesinlikle tavsiye ediyorum...

Işığın inayeti üzerinizde olsun... :-)


21 Nisan 2013 Pazar

Resim

Anlamak!

Anlamak tamamen göreceli bir kavramdır bence, hiç kimse tam olarak aynı şeyi anlayacağını pek sanmıyorum.



Bilimsel gerçekler dışında insanların bilincine yerleştirdiği hiç bir bilginin herkes için aynı olması imkansız...

Bir ressamın  yaptığı bir resim gibi, ben ona uzun uzadıya bakarım, belki o resim içinde bir çok şey görür, binlerce anlam üretirim ve o resme bakan yüzlerce ziyaretçi de aynı şekilde farklı şeyleri düşünür fakat hiç birisi o resmi yapan ressamın anlatmak istediği ile aynı değildir!



Bugün uzun bir şiir okudum, yazan kişiyi tanımıyorum. Fakat o şiirin dizelerinde kendimden bazı parçalar buldum beklemek adına... Sadece parçalar, şiirin tamamına baktığımızda ise tam olarak anlatmak istediklerini anlayamadım. Şairin anlatım tarzından mı kaynaklanıyor? Pek sanmıyorum! Çünkü o kendini ifade edebilmek için şiirini yazmış. Benim mi anlayışım kıt? Hımm.. Bunu da bilmiyorum, çünkü bu konuda kendimi tam bir tarafsızlıkla değerlendirmem mümkün değil!

Bu durumda söz konusu olan durum, insanların kendilerinin istediği şekilde karşılarındakileri anladıkları. Tamamen sizin kendi düşünceleriniz de oluşturmuş olduğunuz konuşmaların, gerçek sözlere döküldüğü andaki basit yansımaları.

İnsanlar hiç bir zaman karşılarındakileri tam manasıyla anlayamayacaklar. Belirli bir kesim empati kurarak ya da kurmaya çalışarak anlamaya çalışırlar fakat buda yetersiz bir durumdur. Çünkü herkesin zihninin içinde geçen düşünceler farklıdır, yaptıklarını yapma amaçları, söylediklerini söyleme gayeleri ve size karşı olan davranışlarının altında yatan sebepler tamamen onların kendilerini korumak için oluşturdukları bencil yöntemleridir.

İnsanlar kendi dünyalarında bencil olmaya devam ettiği sürece çevrelerindeki hiç bir şeyi tam olarak anlayamayacak ve dış dünyaya karşı her zaman at gözlükleriyle bakmaya devam edeceklerdir. Kendi düşüncelerinin başka düşüncelere karşı üstün olduğunu farz etmelerinden kaynaklanan içinden çıkılması zor bir durumdan dolayı insanlar yalnızlığa mahkumdurlar.

Bütün bunları yazdıktan sonra aklıma bu şarkı geldi! Uyan!

20 Nisan 2013 Cumartesi

İzmir Kitap Fuarı

Bugün, bahçedeki güllerimiz de başlayan küllük hastalığına karşı ilaç almaya Kemeraltı'na gittim. YKM'nini önüne geldiğimde hatırladım ki Kitap Fuarı bugün başlıyor. Ve hemen işlerimi hallettikten sonra fuar alanına gittim.

Son zamanlarda her şeye sinirlenen biri olmama rağmen ilk defa fuar içindeki o gereksiz kalabalığa kızgınlığım fazla yoktu. Gerçi sürekli ne yapacağını bilmeyen insanlarla çapışmaktan biraz sigortalarım attı ama kendimi tuttum. Gerçekten çok fazla kalabalıktı ve ilginçtir ki fuar alanında tanıdığım hiç kimseyi görmedim. Açıkçası bir çok arkadaşımın orada olma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünüyordum. 

Kendi kendime oluşturduğum gezi rotasında, belki eskiden 'snake' oynayanlar bilir en uzun seviyeye ancak sürekli aynı şekilde boydan boya kıvrılarak gelebilirsin, yürüdüm. Her bir aralıktan iki kere geçtim, fakat neredeyse bütün kitapları gördüm. Ahh! Ahhh!

Kitap Fuarları tarihinde ilk defa gerçekten indirim yapılmış olmasına rağmen, param olmadığı için hiç alış veriş yapamadım. Bu haftaki harçlığımdan arttırıp, perşembe veya cuma günü tekrardan uğrayıp en azından gözüme kestirdiğim bir ikisini alacağım.

Resmen dolaştığım bütün pavyonlarda kitaplara 'kedinin ciğere baktığı' gibi baktım. Özlemini duyduğum, kitaplığımda en çok görmek istediğim Zaman Çarkı serisinin son kitabı Türkçeye daha çevrilmemiş fakat var olan 13 kitaplık set 500 liraya inmiş ve ben sadece ellerimi onların üzerinde gezdirdim. :(
Artık ancak seneye para biriktirip almayı planlıyorum... İki senedir zaten erteliyordum bir sen daha eklendi...

En çok bulmayı düşündüğüm DeathNote mangalarını gezerken bir türlü göremedim. Monte Kristo Kontunun büyük kalın beyaz bir kitap halinde olan basımını gördüm ve aşık oldum. O kitaba bakakaldım zaten bir süre, sonra satış yapan kız: 'ayrıca indirim de yapabilirim' dediğinde hüzünlendim... 'Teşekkürler!' deyip oradan boynu bükük ayrıldım. Ancak 75 kuruş yaparsan alabilirim diyemedim...

Şimdilik hafta içi almayı düşündüklerim, Sherlok Holmes'in kitapları (Çünkü işporta da bile daha pahalı), April yayınlarından 3 tane çizgi roman öyküler ve Tübitak yayınlarından Jules Verne nin yeni gördüğüm kitabı.. aslında daha nicelerini almak istiyorum fakat bütçem müsait değil!

Eğer okumadıysanız veya kitaplığınızda bulunmasını istiyorsanız. April'de Olasılıksız ve Empati büyük bir indirimdeydi. Yanlış duymadıysam bakarken (bende var diye sormadım) ikisi birlikte 23 TL ye satılıyordu.

Mutlaka gezmenizi, kitaplara göz atmanızı ve onları okuyarak yeni dünyalara yelken açmanızı yürekten diliyorum...


Evimin bir kısmının böyle olmasını istiyorum... :-)

19 Nisan 2013 Cuma

Bir Ayrılış Hikayesi




BİR AYRILIŞ HİKAYESİ


Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...


Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...


Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...


Ve ben artık biliyorum:
Toprağın 

-yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini...


Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!


Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak...


Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...


Kadın sustu.


SARILDILAR

Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...

AYRILDILAR...

NAZIM HİKMET RAN

Oblivion

Tom Cruise'tan pek haz almayan biri olarak, güzel bir film olduğunu düşünüyorum. Özellikle de bilim kurgu tarzında filmleri sevenler için. Genel olarak sonu tahmin edilebilen bir filmdi ama olayların nasıl geliştiğini izlettiriyordu film.

Film içinde sizi düşünceye sürükleyen durumlar mevcut. Özellikle silinen hafızanın sebep olacağı durumlar üzerine baya bir kafa yordum. Ve gerçeğin mevcut düşünce yapımızla ne kadar gerçek olabileceğini, bildiğimizi sandığımız doğruların ne kadar yanlış olabileceği üzerine düşündüm.

Film içinde İHA lardan bahsederken 'Onlar sadece makine!' demelerine rağmen. Bizim de sadece farklı bir alt yapıya sahip birer makine olduğumuzu unutuyorlar sanırım. Biraz basit bir şekilde düşünürsek, kendi kendini güncelleyebilme, kendi oluşturduğu veya çevresindekilerinin oluşturduğu programa sadık kalan karbon yapılı makineleriz. Filmdeki gibi hafızamız silindiğinde ise makineyi istedikleri gibi programlayabilirler, peki sonrasında ki kişi yine biz mi olacağız? işte bu muamma!

Bu kadar düşünce yeter! Birazda filmden bahsedeyim.



İnsanlık uzaydan gelen scav adlı ırkın istilasına uğramıştır. İlk önce ayımızı patlatan bu ırk dünyayı yok olma noktasına getirmiş sonra da istilaya başlamıştır. İnsanlık ellerindeki en büyük gücü, nükleer bombaları kullanıp savaşı kazanmıştır fakat artık yaşanacak bir dünya kalmamıştır.

Satürn uydusu Titan da yeni bir koloni kurmuşlar ve belli bir süre geçtikten sonra dünyanın artık işine yaramayacak olan suyu almak için geriye bir ekip yollamışlardır. İki kişilik bir ekip!

Bu ekipten biri irtibatı, diğeri ise tadilat işlerini yapmakta çünkü savaş sonucunda yenilen scavlardan bazıları hala dünya üzerinde yaşamakta ve onların makinelerine karşı koymaktadırlar. Bu etkileşim sırasında gerçekleşen olayları ve sonuçların aslında ne kadar farklı olduğunu gösteren bir film.

Filmin fragmanı burada fakat izlemeden gitmenizi öneririm. Yoksa filmi pek yavan bulabilirsiniz!




Kısa bir not: Filmi sadece beş kişiyle çekmişler diyebiliriz...

18 Nisan 2013 Perşembe

Karbeyaz

Hasret vuruyor, gecenin koynunda. 
Anılar vuruyor, gözyaşlarıma.
Çılgın bulutlar, dönüyor başımda. 
Uykusuz geceler, kapımda. 
Yıkılsa dünya, kıyamet kopsa, 
yinede vazgeçmem, ölürüm derdimden! 

Kar beyazdır ölüm, ellerinden gülüm! 
Yine yoksun diye, düşmanım her güne! 
Dursun dünya!! Dönmesin sensiz! 
Yaşatmasın, oof, Allahım sensiz!
Kar beyazdır ölüm, ellerinden gülüm! 
Yine yoksun diye, düşmanım her güne! 

Hasret vuruyor, gecenin koynunda. 
Anılar vuruyor, gözyaşlarıma.
Çılgın bulutlar, dönüyor başımda. 
Uykusuz geceler, kapımda. 
Yıkılsa dünya, kıyamet kopsa, 
yinede vazgeçmem, ölürüm derdimden! 

Kar beyazdır ölüm, ellerinden gülüm! 
Yine yoksun diye, düşmanım her güne! 
Dursun dünya!! Dönmesin sensiz! 
Yaşatmasın, oof, Allahım sensiz!
Kar beyazdır ölüm, ellerinden gülüm! 
Yine yoksun diye, düşmanım her güne! 


Kar beyazdır ölüm, ellerinden gülüm! 


Yine yoksun diye, düşmanım her güne!






Doğum Günün kutlu olsun Kerim Tekin!
Saygıyla anıyoruz...

Dünya ve İnsan

Dünya bankası kayıtlarına göre 6.973.738.433 insan yaşamaktadır ve bu sayı günden güne artmaktadır. yapılan diğer hesaplamalara göre de yaklaşık olarak 110 Milyar insan yaşayıp ölmüştür. 



O yaklaşık 1,5 kiloluk beynimizin içinde bulunan düşünceler, duygular, anılar ve hayaller... Sadece sizinkinin içindekiler bile ne kadar fazla değil mi? Birde şu an yaşamakta olan 7 Milyar insanın ortalama aynı miktarda ama farklı şekillerde beyinlerinin içinin dolu olduğunu düşünsenize.

7 Milyar insanın her birinin istekleri tamamen farklı. Hiç biri birbirinin eşi olamaz. Çok yakın olduğunda "İşte tam istediğim de buydu!" deriz ama tam olarak o değildir. Herkesin amaçları farklıdır, hayata tutunuşları, istekleri. 

Mesela bir kanser hastası iyileşmeyi ister, geri kalan şeyler onun için boştur. İyileşsin zaten bütün dünya onun olur. Kimisinin ki kariyeridir. En yüksek yere gelsin yeter. O duygunun altında da güç tutkusu vardır. Emir veren insan olmak, senden daha üstün kimsenin olmaması isteği. Bir açgözlünün tek isteği para ve daha fazlasına sahip olma isteğidir. Bir çocuğun ki ise oyuncak, sevgi ve biraz ilgidir. O yüzden üç aylıkken yalan söylemeye başlar insanoğlu. Ağlar! 

Kimi hayatının aşkını bulmaya adar kendini! Sonra fark eder ki aranan daha büyük bir şeydir. Aşık olduğu hayalleridir aslında ve onun gerçekleşeceği yeri arar ruhu.

Yedi milyar ruh, yedi milyar hayal ve bir tane minik bir dünya! Ve herkes buraya sıkışmış, burada o hayallerini gerçekleştirecek mucizeyi aramaktalar. Kaos işte burada ortaya çıkar. Herkesin arayışı farklı olduğundan ama benzer yerlerden geçtiğinden çakışmalar, çarpışmalar ve ya kazanma hırsları yüzünden diğer ruhları katletme yoluna girilir. 

Dünya üzerinin her bir önemli coğrafyası keşfedildikten sonra insanlar ne yapacağını şaşırmışlardır. Para ve güç hırsı olan insanlar genellikle gerçek gücü her zaman ellerinde bulundurmuşlardır. Çünkü insanlar ruhlarını çok ucuz miktarlara satma özelliği gösterirler. Bu güç simsarları da daha fazla güç elde etmek için dünyayı birbirine karıştırırlar ve keşfedilecek yer kalmadığı için var olan yerleri kendilerine almayı düşünürler. İşte bu yüzden iki tane büyük savaş çıkmıştır. Ve daha nicesi ufuktadır... 

Her insanın kendisine ait bir dünyası olmadığı sürece de hiç bir hayal asla tam olarak gerçekleşmeyecektir. 
Bu yüzden Tanrı'yı arıyoruz ya!
Bulduğumuzda onun yerini alabilmek ve hayallerimizi gerçekleştirmek için...

17 Nisan 2013 Çarşamba

Dön bak aynaya...

Her Acı Geçer Dünü Unutulur
Uzun Olsada Gece Sabahı Bulur
Yapılan İşin Sorusu Sorulur
Koca Dünyada Herkes Yerini Bulur


Her Hüzünde Bir Umut Olsun Yakışır İnsana
Bir Kıvılcım Çakıverip Aşka Sevmekten Korkma


Dön Bak Aynaya Bu Senmisin Hatırla
Hatırla Geçmiş Günlerini
Dön Bak Yollara O Yolları Hatırla
Hatırla Nerden Geldiğini



Sen ve Ben...


Dınk!

Bana insanların nasıl davranmasını istiyorsam hep öyle davranmışımdır halbuki, arkadaşlık bir ömür boyu, samimi ve güvenilir biri olmaya çalıştım. Sözüm sözdür ve konuştuğumun yanlışlığından emin olmadığım sürecede hep arkasındayımdır.

Sanırım yaptıklarımın karşı tarafın gözünden nasıl göründüğüne hiç dikkat etmemişim. Kendimi iyiye çıkarmak istemiyorum fakat ben sadece içimden geldiği ve doğru olduğunu düşündüğüm şekilde davrandım. Aynı tutumu da sonrasında devam ettirmeye çalıştım.

Başka bir Blog'ta (Buradan Okuyabilirsiniz!) okuduklarım içimi parçaladı. Hiç onun da o blog yazarı gibi düşünebileceği aklımın ucundan geçmemişti. Yazar kendi sorunundan bahsederken ve bu konu hakkında düşüncelerinden bahsederken karşısındaki kişinin ben olduğumu düşündüm bir an. Çünkü bende benzer bir durum içinde sayılırım. Dehşete düştüm!

Hiç farkına varmamışım sanırım... Belki oda beni o şekillerde görüyor ve o yüzden öyle dedi. Ve ben duygusal bir anımda onu çok kızdırdığım için artık benimle konuşmak dahi istemiyor. Daha önceden de arkadaş olduğumuz için ben onun yanında olduğumu, ne olursa olsun olacağımı da belirtmek amacıyla çaba gösteriyordum. Ama o yazı daha önceden hiç bakmamış olduğum bir pencereyi gösterdi. İstenmemek!



Sanırım artık o benimle iletişim kurmak istemediği sürece onu rahatsız etmeyeceğim...
Ama ihtiyacı olduğunda her zaman yanında olacağım!



Sevgi emekmiş...
Emek ise vazgeçmeyecek, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...

Can Yücel




16 Nisan 2013 Salı

Cüzdan




Çok güzel adamdı.

Güler yüzlü, babacan.

Ölene kadar cüzdanında küçücük bir kâğıt parçası taşıdı, muska gibi.

Gazete kupürüydü.

Sadece dokuz satırdan oluşuyordu.

Tek sütun bir haber.

Başlığı “müjde”ydi.

Yakalandığı kanser türünün çok yakında tarih olacağını, mucize ilacın en geç altı ay içinde piyasaya çıkacağını “müjde”liyordu o haber.

Kesmiş, cüzdanına koymuştu.

Her görüştüğümüzde çıkarıp gösteriyor, artık ezbere bildiğimiz halde tekrar tekrar okuyordu.

Yavaş yavaş sararmaya yüz tutan gazete kâğıdı parçası… Özenle katlıyor, yerine yerleştiriyordu.

Umutla bekledi.

Cüzdanında taşıdı umudunu.

Altı ay geçti. Yok.

Bir altı daha geçti.

Verdi son nefesini.

*

Palavraydı o haber elbette.

Sayfada yer doldursun diye oraya buraya sokuşturulan tek sütunluk “müjde”lerin, kim bilir ne yalancı umutlar yarattığını, hangi yürekleri hangi duygusal fırtınalara sürüklediğini idrak edemeyen… Sorumsuz gazetenin sorumsuzluğuydu.

*

Ve, dün seyrediyorum televizyonu… Kanser tedavisi gören üniversiteli kız “ilaçları bulamıyoruz” diyerek yardım istiyor. Bakan da başımın gözümün sadakası olsun der gibi, cüzdanından papelleri çıkarıp, kızın cebine sokuşturuyor, düşürmesin sakın diye de tembihliyor; namaza duruyor.

Allah kabul etsin!

Namazdan sonra anlaşılıyor ki, bu onurlu kızın talebi, para mara değil. İlaç yok, ilaç… AKP’nin yanlış politikası sonucu bulunamıyor. Üstelik, bugünün işi değil… Bu sıkıntı 1.5 senedir devam ediyor. Çaresiz insanlarımız, kokain satın alır gibi kaçakçıların, karaborsacıların eline düşmüş vaziyette… Eczacılar aylardır çırpınıyor, meseleyi anlatmaya çalışıyor, sansürleniyor.

*

Çünkü…

*

Sırf kendi cüzdanını düşündüğü için AKP politikalarını “müjde” diye manşet yapan yalaka basınımız… Ve, aman düşürme sakın diye tembihleyen o bakan… Cüzdanlarda sadece para taşınıyor zannediyor.

Yılmaz Özdil
Hürriyet

15 Nisan 2013 Pazartesi

En yüce!




Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.

Güneş onu yakıp kavurur.
O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye.
"Ol" der Tanrı. Güneş oluverir.
Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.Bulut olmak ister.
"Ol" der Tanrı. Bulut olur.
Rüzgar alır götürür bulutu,rüzgarın oyuncağı olur.Rüzgar olmak ister bu kez.
Ona da "Ol" der Tanrı.Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Her şey karşısında eğilir.Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Ordan eser burdan eser, kaya banamısın demez!

Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı.
Sırtında bir acı ile uyanır.

Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır...

                                                     Amor Fati-Nietzsche


Video

İlk defa Blog'a video yüklemeyi denedim. Umarım olmuştur. 
YouTube'den sürekli telif hakkı dolayısıyla yasaklanan bu videoyu buradan paylaşmak istedim. Eğer bir HIMYM izleyicisiyseniz hemen hatırlayacaksınız. 

Arkadaşlık... 





14 Nisan 2013 Pazar

Yardımcılık nasihatı


İki haftadır arkadaşlarım, çeşitli şekillerde bana yardımcı olmaya çalışıyorlar. Sürekli aynı konuları açmayı nasıl başarıyorlar hiç bilmiyorum ve laflar dönüp dolaşıp yapmam gerekenler yönündeki nasihatlara geliyor.
Dünya üzerinde en çok nefret ettiğim şeydir nasihat. Özellikle de karşınızdaki kişi sadece kendi düşüncesine göre akıl vermeye çalışıyorsa...
Nasrettin Hoca'nın eşine dediği gibi 'Sen hiç damdan düştün mü? -Hayır. o zaman benim halimi anlaması için damdan düşmüş birini getir!' Bacağı kırık bir halde evinde yatarken eşinin bir şeyciğin kalmaz demesinin üzerine söylemiş. Tabi ki bu halk fıkralarımızdan biri fakat durum genel olarak bu. Benim halimi ancak benimle aynı şeyi yaşayan anlar ki hiç bir insan aynı şeyleri yaşayamaz. Tek yumurta ikizleri bile! 
Bana yardımcı olmaya çalıştığınız için teşekkürler... Arkadaşlar hep güzel günler geçirmek için değil, beraber ağlamak, birbirine küsmek, hatta yumruk yumruğa kavga etmek ama sonrasın her zaman arkadaşının yanında olmaktır. Benim düsturum her zaman böyle olmuştur. O yüzden en yakın arkadaşım beni hep Lawful Good Paladin olarak tanımlar. Bir FRP terimidir. Her zaman her yerde herkese karşı dürüst, doğru ve prensiplerine göre davranan bir şövalye. Ben ise hiç öyle olduğumu düşünmüyorum, içimde her insanın barındırdığı kadar kötülük olduğunu biliyorum. Belki benim içimde her şey bütün bir dengededir. Ve dışarısı pek iyi olmadığı için normal insan davranışları bilmeyenler için saf iyilik gibi görünüyordur.
Yabancı dizilerden Friends ve HIMYM serilerindeki gibi olmalı hayatlarımız bence bazı konularda aşırıya kaçsalar bile onların düşünce ve hayata bakış tarzları kesinlikle normal insanı yansıtır şekilde.
Ben kendi inatçı kişiliğimle, kim ne derse desin bildiğim gibi içimden geldiği şekilde herkese davranmaya devam etmeye çalışacağım. Benim için bütün insanlar ayrı ayrı bireyler ve hepsine karşı davranışlarım kendi hissettiğim şekilde olacaktır.
P.S.: İlla böyle yazmak istedim. 
Benim hüznüm zamanla geçecektir, ama bu sizlerden nasihat alarak değil! Kendi kendine gelişecektir. Siz sadece durumumu zora sokuyor, aklımı karıştırıyorsunuz. Benim sizden tek istediğim arkadaşlığınızı benim yanımda olarak, gülerek, eğlenerek veya başka sorunları tartışarak yardımcı olmanız.Ve dertli isem sadece dinlemeniz, daha fazlası değil...