28 Ocak 2013 Pazartesi

Fallen Angel

"Anlatacaklarım daha önce hiç bir insanoğlu tarafından işitilmemiş bir hikaye. Kulaklarınızı dikin ve beni dinleyin en yetenekli ama bir o kadar da kabiliyetsiz minik canlılar... " dedi hiç beklenmeyen bir anda.

Zaten sessiz olan odada sadece şöminede yanan odunların çıtırtıları vardı.
Derin bir iç çekiş...

İlk bizler geldik bu evrende hayata, sonra yavaş yavaş genişledi o minik baloncuk ve biz sadece onun istediklerini yerine getiriyorduk. Başka bir amacımız, bir düşüncemiz yoktu... Ufak denemeler yaptı ve ilk defa bir yaratık ortaya çıktı ellerinden, o canlıların öğretmeni olduk. O zaman fark ettik ki içimizde daha önceden hiç farkında olmadığımız eşsiz bir bilgi hazinesine sahibiz, ama her şeyin bir sınırı vardı. O canlılara bir çok şeyi öğretmemiz yasaktı. Fakat onlar bir şekilde yenilikler keşfettiler, o minik canlılar... Çok ama çok inatçıydılar. 
Bir gülümseme dudaklarında...

Uzun süre izledik, yardım ettik edebileceğimiz kadar ama bir zaman şok olduk şaşırdık. Minik yaratıklar ona meydan okudu, halbuki istedikleri her şey yanlarındaydı, refah içinde bir yaşam sürüyorlardı. 'Ölüm' onlar için var olmayan bir kelimeydi. Onu çok kızdırdılar bu hareketleriyle ve ölüm daha onlar ne olduğunu anlamadan gelmişti. Her şey bir anda toz oldu, biz var olduğumuzdan beri hiç üzüntü hissetmemiştik. Aynısı o'nun içinde geçerliydi, nerede yanlış yaptığını düşünüp uzun uzun ağlamıştı. Her bir gözyaşı damlası ışık saçan noktalara dönüştü o baloncuğun içinde ve bazı kayalar oluştu onların çevresinde. Bu onun çok ilgisini çekmişti. Böyle bir şeyin olacağını düşünmüyordu sanırım. 

Artık daha fazla deney, daha fazla canlı ve bizler için daha fazla iş vardı. Çok sağlam bir düzen içinde görevlerimizi yerine getiriyorduk. Pek gelişmeye meyilli canlılar yoktu artık, ilk sefer olanların başına bir daha gelmesini istemiyor diye düşünüyorduk aramızda ve oda bu düşüncelerimizin hepsini biliyordu.

Ve kızdı! Yeniden gelişmeye meyilli olanlardan yarattı. O parlak noktaların yanındaki kayalara, sulara, gazlara... Her biri birbirinden o kadar farklıydı ki! Ve hepsinin hikayesi o kadar değişikti ki! Anlatacak çok hikaye, dinleyebileceğiniz pek zaman yok...

Bu son hikayem size! Son zamanım geldi artık...



To be Continued...


Aşka Dair Nesirler

Mavi Peri Ümit Yaşar Oğuzcan'ın aşka Dair Nesirler kitabını bir başka kitapla beraber kendisine almıştı. Bende bir zamanlar onun yol göstermesiyle şiirler alemine girmiştim ve ÜYO okuduklarım içinde kendime en yakın bulduğum şairdir. Mavi Peri'de bunu biliyordu ki sanırım kitabı okumam için bana ödünç verdi. Biraz boşlaya boşlaya, bazı yerlerinde üzülerek, bazı yerlerinde iste imrenerek okudum kitaptaki her satırı. Boşlamamın sebebi kitabı okuma zamanımın karmaşık düşünceler içinde olduğum bir döneme denk gelmesiydi ve aynı şair gibi hissediyordum. Ümitsiz bir aşk peşindeyim...

Belki de öyleyimdir, bilmiyorum. Tek bildiğim onu düşündüğüm her an kalbimin sinek kuşunun kanatları gibi çıpınışları, gördüğüm her anda hiç kimsenin karşı koyamayacağım bir büyünün etkisinde kalmam. Tek bildiğim bunlar. daha önceden hiç bu kadar yoğun olmamıştı bu duygular. Onlar su ise bu civa. 

Şair hep hayali bir kadını aramış, ona çok yakın olanlarını bulmuş ve kaybetmiş, uzaklarda hep onu görmeye çalışmış ama yüreği izin vermemiş. O hep sevdiği kadınları yüceleştirmiş, ilahlaştırmış. Bu yüzden de hiç bir zaman onlara ulaşamayacağını düşünmüş ve ben de aynı düşünceyi hep yüreğimin içinde hissediyorum. Çünkü o zaman ne kadar iyi olursanız olun hep kendinizi aşağıda, alçaklarda hissediyorsunuz. Fakat o bir tanrı ben ise bir kulum ona nasıl yaklaşayım ki! Diyorsunuz ve yakarıyorsunuz... Bir cevap bekliyorsunuz, sizi anlamasını istiyorsunuz ama o hep suskun...


Kitabı anlatayım birazda, 
İlk önce daha önceden hiç okumadığım güzel şiirleriyle başlıyor.(Burada biraz hüzünlendim)
Sonra Sahibini arayan mektuplar çıkıyor karşınıza ve bunları ben yüksek sesle okudum. Side öyle yapın şairin hisleri daha iyi hissediliyor.Mektuplardan en beğendiklerim(belkide kendime yakın bulduklarım) 5, 9 ve 18. Mektupr oldu.

Ve en beğendiğim iki bölüm , Hüzün Şarkıları ve Senden, Seninle, Senin için.
Bu bölümlerdeki her bir Nesiri benim anlatmak isteyip anlatamadığım duyguları içeriyor. Keşke onun gibi anlatabilseydim hislerimi diye imrendim Ümit Yaşar Oğuzcan'a ama okurken anlarsınız içimde barınan duyguları sanırım...

Ve Mihriban'a Mektuplar var Son bölümde de ve orada bir aşka sevgiye, sevgiliye sahip olmanın mutluluğu var bana göre...

Tabiki daha neler hissettim ve kendimce yorumlardım fakat nedense onları kelimelere dökebilme kabiliyetim yok, sanki kurduğum hiç bir cümle o hisslerimi anlatamayacakmış gibi, elıp kitabı okuyun eminim sizde Ümitsiz bir aşkın pençesinde olduğunuzu düşünüyorsanız. Benzer duyguları yakalayacsınız ve belkide çok güzel bir şekilde kelimelere dökebileceksiniz..

Herkese şiirli, aşklı ve sevgi dolu günler...

27 Ocak 2013 Pazar

Day O

Nereden aklıma geldi hiç bilmiyorum, ama youtube yazdığımda çıkanlara bakarken iyi ki de aklıma gelmiş dedim. Bu şarkı benim çok hoşuma giden parçalardan biridir, dinlemesi çok zevkli. Lakin birkaç tane aynı şarkının klibini yerleştireceğim için şarkıdan bıkabilirsiniz. Öyle bir şey olsun istemem o yüzden en hoşuma giden ve ilk defa izlediğim Muppet Show'lu olanı yani ilk paylaştığımı izlemenizi tavsiye ederim ;)
Bol eğlenceler...



Adamlar efsane! En sevdiğim çocuk şovlarından biri keşke yeniden yayınlansa sırasıyla :)



Ve Day O nun en uygun olduğu yer BeterBöcek :)



Bir de Grup Vitamin'den dinlemek lazım bu şarkıyı tabi ki :D

26 Ocak 2013 Cumartesi

Yağmurlu bir gün...(Cumartesi)



Doktor gibi kaldım bir süreliğine...

Can sıkkın olunca kendine, kurtulmak için çare arar derdine! dedim. Düştüm yollara, İzmir bugün muson yağmurlarına yakalanmış gibi sırılsıklam olmuş. Konak, Alsancak, Hatay üçlüsünü bir güzel gezindim. Elimde şemsiye kulağımda kulaklık ve çevreye I'm an Englishman in NewYork tarzında geziniyorum. O kadar yabancı o kadar uzaktı ki bugün bana bu şehir anlayamadım sebebini... Daha önceden aklıma takılmış olan bir şeyi aramaya başladım öyle amaçsızca ıslanacağıma en azından bir işe yarasın ıslandığım ama oda bir işe yaramadı, gördüğüm her yere sordum, milletle şakalaştım sohbet ettim, harbiden çok ilginç geldi. İlk defa öyle tamamen yabancı ve bir daha belki hiç karşılaşmayacağım insanlarla konuşmak iyi geliyormuş.

Bütün o gezinmeye dolaşmaya rağmen ne aradığımı bulabildim ne de kendime karşı sıkıntımı giderebildim. Öyle işte ve yolda gezinirken içimden geçenler;

Ey İzmir ne oldu sana bugün, biraz hüzünlü biraz karamsarsın.
Sanki biraz da kararsızlık var içinde.
Ne yapacağını bilemez bir halde ortalıkta kalakalmış bir yavru kuş gibisin.
Hiç seninle bu kadar çok benzeşmemiştik...

Benim hakkımda not...


 Genellikle kendimi ifade edemem, insanlar kelimelerle, seslerle, şiirlerle, şarkılarla, mektuplarla çok güzel bir şekilde istediklerini anlatabiliyorlar. Bu durumu çok kıskanıyorum açıkçası, çünkü onlar dışarıdan bakınca çok samimi görünüyorlar. Daha içlerinde neler vardır kim bilir fakat işte olayın özü ortada yazdıklarında söylediklerinde... Ben ise ne istediğini söyleyemeyen yeni doğan bir bebek gibiyim, ağlıyorum, bağırıyorum, kıvranıyorum... Sonuç yok. Hallerimi dışarıdan biriymiş gibi düşünmeye çalıştığımda ise samimi değilmişim gibi hissediyorum karşımdakilere karşı, sanki saklı bir şeyler var gibi.



Aslında her şey gün gibi ortada ama anlatamıyorum ki...

Bilinmezlik

Her şey güzel gidiyor diyorum... Fakat son bir kaç gündür içimde bir huzursuzluk bir sıkıntı var ve hala geçmedi. Sanki fırtına öncesi sessizlik gibi..


Gece pek uyuyamadım, lakin o kısacık uykum çok güzeldi. Bir melek vardı yanımda, birden uyandım sonra akşam düşündüğüm her şey bir anda zihnime doldu. Bilinmezlik!
Hep düşünmüşümdür insanın geleceği bilmesi iyi mi olurdu? diye. Güzel bir şeymiş gibi görünse de geleceğim hakkında tek bir anı bile bilmek istemezdim. Bunların hepsi River Song'un  Doktor'a söylediği gibi 'Spoilers'

Bazı şeyleri değiştiremeyiz, kadercilik değil bu dediğim. İnsan hayatında bazı önemli dönüm noktaları vardır yaşanması gereken, verilmesi gereken önemli kararlar. Bütün bunların hepside bizi biz yapan şeyler olacaktır.
Aslında bilinmezlikten nefret ederim, fakat hayatın cilvesi hep bilinmezliklerle dolu olması.

Geçen günlerde arkadaşlarımın söyledikleri ve dün akşam okuduğum bazı şeylerden dolayı biraz dertlendim. Hatta şu anda içimde 'Mandalar yuva yapmış' diyebilirim. O konuda da yazdım, ama yayınlamayacağım hem tamamlanmadı hemde tam çözüme ulaşmadı içimde diye...


25 Ocak 2013 Cuma

Berber

Artık papaz gibi olmuş saçlarımı kırktırmanın vakti gelmişti. Kafa kocaman ve saçlarda gelişi güzel farklı yönlerde çıkınca düzgün bir görüntüyü ancak kısa saç idare ediyor. Aslına bakarsanız hep saçlarımı şöyle omzuma kadar uzatıp Choi Soo-jong un Denizler İmparatorundaki ilk sezon haline benzemek hep istemişimdir fakat bir türlü öyle bir delilik yapmadım. Yapmamda sanırım.

Berberde sıra beklerken tıraş olan ve benden önceki sırada bekleyen mahallemin arkan amcalarıymış, eh orada otururken de onların sohbetine kulak misafiri oldum. Tek tek ortak tanıdıkları ve haber alamadıkları insanları sayıp kimlerin vefat ettiğini, kimlerin neler yaptığını paylaştılar birbirleriyle. Mahalle esnafında ki değişiklikleri konuşup eskiden ne halde olduğunu falan anlattılar biraz, hala kendi yaşıtları olup da esnaflığa devam edenleri babalarını falan övdüler. O sırada fark ettim ki ben yaklaşık 6 yıldır aynı semtte oturmama rağmen her gün yüz yüze geldiğim selamlaştığım, alış veriş yaptığım insanlar hakkında aslında pek bir şey bilmiyorum. Hele onlar bütün semtteki yaşıtlarını, onların ailelerini tanırken. Ben neredeyse bir kaç komşumuz haricinde koca mahalleden kimseyi tanımıyorum, yaşıtım desen var mı? Hiç bir bilgim yok.



Onlar konuşurlarken ve Şakir amcanın makası hiç durmayan bir şekilde çalışırken aklıma çocukluk yıllarımda çırak olarak çalıştığım berber dükkanı geldi... Ah ah ne güzel bir aydı o. Yaz tatilinde boş boş oturmayayım, olurda okumazsam da elimde bir zanaat olsun diye dedemin ısrarıyla başlamıştım işte, o anlaşmıştı ustamla. Ustam tam bir balıkçılık hayranıydı, tekne, olta, az malzemeleri dergileri doluydu dükkan. Dükkan dediğime bakmayın en fazla 5 metrekaredir, orada iki koltuk, tüp, radyo, koltuklar hepsi bir arada. Genellikle herkes aynı tip saç tıraşı istediği için bende sıkılır gider dışarıya koyduğum koltuğa kurulur. Gelen geçeni seyrederdim, yol soran turistlere falan yardımcı olurdum. Sonra dedem beni teftişe gelir, otururken yakalar, bir güzel fırça atar ve ustama da 'yapıştırsana ensesine oturduğu zaman, izlesin öğrensin sanatı' derdi. Oda 'o zaten izliyor be amcam bak karşı dükkanın camdan yansır benim yaptıkların oda oradan seyreder, öğrenir' derdi. :)

Eh sonunda kapmıştım bir şeyler, lisenin ilk yıllarında kendime değilse de arkadaşlarıma biraz yardımı dokunmuştu çıraklığımın. Yine de çok güzel bir yaz tatiliydi, o kadar çok eğleneceğimi ve ayrılırken çok üzüleceğimi hiç akıl etmemiştim işe başlarken. Berberlik güzel zanaat eğer işini layığıyla yapıyorsan..


Uykusuzluk

Aslında baya baya uykum var ama uyuyamıyorum. Öğlen saatlerinden beri içimde bir sıkıntı var ve nedenini bilmek mümkün değil. Zaten sabah kalktığımdan beri vücudumun sanki her bir parçası kendi kendine çalışıyormuş gibi fakat düzgün çalışamıyormuş gibi rahatsızdı. Üstüne de içimdeki nedeni belirsiz sıkıntı gelince 'çokta iyi çok ta güzel oldu. tağamm mı?' (Bu nereden geldi aklıma da yazdım bilemedim şimdi)

Yarım saat kadar önce kafamı yastığa koydum, içimden minik bir dua geçti ve gözlerimi kapattım. Sonra zihnimde canlananlar en iyi dramlarda, en korkunç filmlerde bile olmayacak cinsten. Belki bir iki dakikalığına gözlerimi kapattım ve wuhuuuu! Felaket!



Biraz debelendim ve odama bir göz atıp yeniden yattım. Gözlerimi kapatıp, yağan yağmurun sesine odaklanmaya çalıştım. her düşen damlanın oluşturduğu o eşsiz müziği dinlemeye çalıştım ruhumun dinlenmesi için fakat ne çare bir türlü uykuya dalamıyorum. En güzeli biraz nette takılıp, yeniden yatmayı deneyeceğim bakalım neler olacak...

Herkese iyi geceler ve huzurlu rüyalar...

24 Ocak 2013 Perşembe

Uğur Mumcu

Tam 20 yıl önce bugün 24 Ocak 1993'te sabah saatlerinde arabasının altına yerleştirilmiş bombanın infilak etmesiyle aramızdan ayrıldı Uğur Mumcu.



Kendisinin bir suikast kurbanı olacağını biliyor ve her gün evden aracına önce kendisi gidip aracını çalıştırıp, sonra ailesini çağırıyormuş. O pazar günü öyle bir gün olmamış fakat... Günümüzde hala faili meçhul bir cinayet olarak kayıtlı, kimin yaptığı, neden yapıldığı belli değilmiş gibi hiç bir gelişme olmadı bugüne kadar. Yok son bir gelişme vardı geçen haftalarda, soruşturmayı yürüten makam demir yığınınna dönmüş olan aracı 20 yıl sonra ailesine geri iade edilmesine karar verdi. Gerçekten adalette çok büyük bir gelişme ' Adalet mülkün temeli ' ya!

Ben Uğur Mumcu'yu  öyle televizyonlardan, gazetelerden tanıma fırsatım olmadı sağken, ama kitaplarını okuyarak tanıdım. Sonra araştırmalarına göz attım biraz, öyle öğrendim nasıl biri olduğunu. Kitapları arasında en sevdiğim 'Sakıncalı Piyade' dir. Askerlikte başına gelenleri o kadar güzel bir dille anlatmıştır ki, okuyan hayran kalır. Mutlaka okumanız lazım bence, en azından bir insanın başına gelen olayları nasıl trajikomik hale getirdiğini görebilirsiniz.

Benim elimdeki kitabın arkasında Aziz Nesin ;
"Ellerin dert görmesin Uğur Mumcu! 'Sakıncalı Piyade' yi yazdığın için, eline sağlık, ağzına sağlık, canına sağlık...  Kendi yazdıklarıma gülemem. Ama senin yazdıklarını gülerek okudum. Acı acı gülmek deyimi vardır ya, işte öyle acı acı güldüm."  demiş.

Elbette diğer kitaplarını da ülkemizde yakın hemde çok yakın tarihte olan olayları öğrenmek, sorgulamak ve kendi bakış açınıza bir yenisini daha katmak için okumalısınız.

Onun adına yapılmış bir kısa film;


Adına yazılmış bir şarkı;

*********************************************************************************

ben atatürkçüyüm.
ben cumhuriyetçiyim.
ben laikim.
ben anti-emperyalistim.
ben bağımsız türkiye’den yanayım.
ben özgürlükçüyüm.
ben insan hakları savunucusuyum.
ben terörün karşısındayım.
ben yobazların,
vurguncuların,
çıkarcıların,
düşmanıyım.
dün sabaha degin arastirarak yazdigim
hiçbir konuyu yalanlayamadiniz.
öyleyse vurun,
parçalayın!
her parçamdan benim gibiler,
beni aşacaklar çıkacaktır.

UĞUR MUMCU


23 Ocak 2013 Çarşamba

Araç Muayenesi

Aracımızın vize tarihi bir sonraki hafta dolacağı için fazla geç olmadan bugün için TüvTürk sitesinden randevu alıp aracımızın eksikliklerini gidermeye başladık.

Öncelikle Egzoz gaz pulunu aldık, Sonra aracın içini bir güzel süpürüp temizledim. Dış tarafını da önce ben, sonra yağan yağmur temizledi( Muayene istasyonuna giderken tamamen yeniden çamur içinde kaldı).

Her şey kontrol edildi ve randevu saatimize uyarak 12 de muayene istasyonundaydık.
Sıra numarası alıp, bir araba için 159 lira muayene ücreti yatırdık( ki bence bu fiyat çok pahalı) Sonra dışarıdaki numaraları takip edip kendi peronumuz da bekledik ve görevli gelip aracı muayeneye aldı.

Bütün bakım ve sonuçlardan sonra;
Araçta 3 ağır kusur, 4 hafif kusur bulundu. Tabi ki biz şok, çünkü arabamızın dış görüntüsüne her ne kadar önem vermiyorsakta(Biraz boyaları aşınık). İç aksamına gözümüz gibi bakarız.

Ağır kusurlar; Ön sağ/sol fren hortumlarında çatlak ve Ruhsatta onaylama yerinin kalmaması(İşte ben buna şok oldum çünkü kağıtta yer yok diye araba kusurlu sayılıyor, ki yeni kağıtı kendileri veriyorlar)

Gaziemir deki 6.sanayi sitesine gidip, bir ustaya anlattık durumu yeni boru alın değiştirelim dedi. Ve değiştirirken de abi bunlar sizi daha on yıl götürürmüş niye kusur yazmışlar dedi. Eh boruları inceleyince üzerinde toz ve minik çatlaktan başka bir şey olmadığını bizde gördük.

Neyse tamirat işlemi halledildi ve yeniden sıraya girdik. Tekrar muayene olup arabamızın pulunu alıp plakamıza yapıştırdık ve işlemimiz tamamlandı.

Bu arada oradaki çalışanların keyfi olarak karar verdiğini tespit ettim. Hepsi aracı kendisine göre farklı muayene ediyor ve işlemi bitiriyor.

Buradan TüvTürk'ün kusur listesine ulaşabilirsiniz. Önce kontrollerinizi yapıp gitmeniz zamanınızı harcamamanız açısından önemli, bir çok kişiyi bizimkine göre daha göz önünde ve basit şeyler için geri yolluyorlar.

Herkese kazasız belasız iyi yolculuklar...

20 Ocak 2013 Pazar

Vincent Van Gogh

Bu aralar izleyemeye doyamadığım Doctor Who dizisinde Vincent Van Gogh'u bir bölüm haline getirmişler ve süper olmuş. Daha önceden resimlerini incelediğim hatta bir tanesinin çok kötü bir kopyasını lisedeki resim dersinde yapmıştım. Fakat hiç hayatını araştırmamışım, bu biraz tuhafıma gitti ve diziden sonra mini bir araştırma yaptım bu eşsiz ressam hakkında.



Hollandalıymış, yatılı okulda bir süre okuyup sonra evine geri dönmüş. Bir sanat işleriyle uğraşan şirkette işe girmiş ve bu şirket aracılığıyla da Londra ya şirketin İngiltere şubesine gitmiş. Yaptığı işten çok yüksek meblalarda para kazanmış ( ben bunu okuyana kadar hep fakir sanıyordum ). Yaşadığı yerdeki bir kıza aşık olmuş ve ona evlenme teklifi etmiş. Kız onu reddedip, diğer kiracıyla nişanlandığını duyunca büyük bir ruhsal çöküntüye girmiş ve tekrardan Paris'teki şirketin şubesine dönmüş. Fakat hayat düzeni bozulmuş ve çeşitli yerlerde gezinerek hayatını sürdürmüş. Kardeşi Theo ona maddi destek sağlayarak büyük miktarda yardımcı olmuş. Vincent kardeşinden gelen parayı içki ve resim malzemelerine harcamış hep, kulağını kesmesi hakkında da boya bulamadığı için değil arkadaşıyla kavgası sonucunda sinirle yaptığını okudum.

Dünya resim tarihinin en güzel tablolarını, ruhsal durumunun en fazla kötüleştiği hayatının son iki yılında yapmış ve kendi yaşamına son vererek dünyadan ayrılmış...



Doktor Who da yaşam öyküsünü senaryolarına çok güzel bir şekilde işlemişler. Keşke öyle bir Tardis'im olsa ve zamanın içinde seyahat edebilsem. Büyük insanları, düşünürleri ve kahramanları tanısam. Ve bu bölümde de beni en çok etkileyen, hatta gözlerimi dolduran sahne; Van Gogh'u geleceğe onun çok değersiz sandığı o şaheserlere hak ettiği değerin verildiği günümüz müzesine getirmeleri oldu. Ne kadar güzel olurdu bugün önemsiz olarak düşündüğümüz ve yaptığımız şeylerin gelecekte hak ettiği değeri aldığını görmek, bilmek...

İşte benim ve eminim bir çok kişinin favorisi olan resim;


Yorgunluk

Yorgunum

Öyle fiziksel bir yorgunluk değil
Zihinsel
Duygusal
Bir bıkkınlık, biz bezginlik var içimde
Ser içi İstanbul gibi
Boğazın güzelliği de var
Varoşların karmaşası da
Ayasofya'nın ihtişamı bir yanda
Evlerin çarpıklığı diğer yanda

Sevilesi bir yardır İstanbul
Lakin uzaktan pek içine dokunmadan
İşte öyle hissediyorum kendimi
Söylenenler bambaşka
Yaşadıklarım...

Hele hissettiklerim,
Ah oraya hiç girmeyelim.

                                       AST
                                  (20.01.13)

19 Ocak 2013 Cumartesi

Bilim Kartları

When i was a child...

Ben çocukken, çok okurdum. Tamam haşereydim, biraz yaramazdım, sigortaları patlatmışlığım, evde minik yangın çıkarmışlığım (tamamen kontrol bendeydi), hatta kendimi bayıltma safhasına kadar getirmişliğim var ve hepsi bilim uğrunaydı. Daha doğrusu merak içgüdüsüyle. Tabi o zamanlar aklımız sadece oyunlara ve merak ettiğimiz şeyleri keşfetmeye odaklıydı şimdiki gibi bin bir parçaya bölünmüş halde değil.
Hani bir bilmece vardır;

Pazardan aldım bir tane
Eve geldim bin tane.

Aynısı büyüdükten sonra ki zihnimiz içinde geçerli sanırım ;)

O başka konu, ve bizim konumuzdan daha fazla sapmadan, o zamanlar bilim dergilerine hayrandım. Bilim Teknik, Bilim çocuk, Tübitak bilimsel deney kitapları falan hepsini aldırdırtım. (Artık pek ilgi çekici konu yayınlamıyorlar açıkçası o yüzden almıyorum)



Ve en sevdiğim şeylerden biri o Bilim Çocuk dergisinin verdiği bilim kartlarıydı. Değişik değişik konular hakkında basit bilgiler verir, genel kültürümüzü arttırırdılar. İşte o kartlarımı büyük bir özenle saklamışım bu güne kadar ve üç gün önce eski anılarıma göz atarken buldum. O kadar çok sevindim ki onları bulduğuma, çünkü onlar benim özüm kaybettiğim parçam. Hepsi o kadar güzel ki onları teker teker okumaya başladım ve takım yıldızlar kartlarındayım. Yıldız takımlarını ilk buradan öğrenmeye başlamasam da hangisini nerede bulacağımın bilgisine bunlar sayesinde sahip oldum. Sonra unuttuğum bilgileri ve öğrenilmesi gereken yeni bilgileri edinebilmek için kendi ansiklopedimi oluşturmaya başladım. Önce kendime yeteri kadar veri toplayayım belki bir gün oluşturduğum ve topladığım bilgileri sizlerle de paylaşırım. Her şey bir bütün halinde, eski ansiklopediler gibi...

Cumartesi

Başlığı yazarken aklıma FD geldi ve açtım Cumartesi şarkısını...

Güzel bir gündü, son haftalarda hep yaptığımız gibi Elfkızı ile sinemaya gittik. Yeni vizyona giren Celal şle Ceren'i izledik. Ve biraz atıştırdıktan sonra şöyle bir çevreyi dolaştık, Elfkızının kendine aldığı şiir kitaplarından Ümit Yaşar Oğuzcan'ı ben okumak için aldım, en azından benim hislerime tercüman olan anlatamadığım şeyleri anlatan bir şair. Açıkçası onu okurken keşke duygularımı bende bu kadar net bir şekilde anlatabilsem diye hayıflanıyorum. Çünkü ben kendi hareketlerimin kısıtlı ve bazende yapmacık gibi durduğunu düşünüyorum, diğer insanlar o kadar samimi ve sıcaklar ki kendi aralarında. Ben kendimi en sevdiğimin yanında bile soğuk nevale olarak görüyorum bu da beni düşündürüyor... Nasıl davranılacağını bilmiyorum daha, bu yüzden de olabildiğince uzağım insanlara. Çevremdeki duvarı bir türlü yıkamadım sanırım :(

Her neyse, nasıl düşünürsem düşüneyim benim için en eğlenceli, en güzel günler cumartesileri oluyor ve zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorum( bence cumartesileri 36 saat falan olsun :P ) Hep cumartesi olsun veya :D

Bu arada merak edenler için Celal ile Ceren'den biraz bahsedeyim. Şahan Recep İvedik'ten sonra daha iyi bir iç çıkarmış sanki (hah oda iyiydi lafım yok o kadar izlendiğine göre iyi olmalı yani) fakat içindeki Recep hala yaşıyor bunu filmde de görebilirsiniz. Bir ilişkinin içinde ne kadar çok dış etken olduğunu çok net bir şekilde yansıtmış. Ah o arkadaş tayfası zaten her iki kişi içinde durumları çok farklı noktalara getiriyorlar. ( Gerçi şimdiye kadar arkadaşlarımı dinlemedim de ne oldu ) Ne olursa olsun insanlar sevdiklerinden bir türlü vargeçemezler, çünkü en uygun kişi o size sevgiyle bakan kişidir bence. Her şeye beraber göğüs gerebileceğiniz kişidir. Evlenme teklifi sahnesine bayıldım(Gerçi kafamdakiler biraz değişik biraz sıradan ama oda iyiydi)
Genel olarak izlenebilecek bir film, Bol bol kahkaha atacaksınız :)

Son olarak;
' Herkesin Ceren'i vardır benim Ceren'im de sensin!' diyor ya Celal, işte orada çok doğru söylüyor...

Ev Yoğurdu

Ben küçükken hep evde yapılan yoğurtlardan yerdim. Annem sütü kaynatır, ılındıktan sonra kaymağını ayırır ve biraz içine yoğurt atarak havluya sarardı tencereyi. Hop yoğurt hazır :)

Eh İzmir içinde öyle sütçü falan pek bulunmuyor, dedemde ineklerini yıllar önce sattığı için pek süt alacak güvenilir yerimiz yoktu. Bizde zamanla hazır yoğurtlara alıştık...

Dün marketten alınan Capri-Sun poşeti gibi poşetteki günlük sütü, evde uykuya yatmış olan yoğurt makinesine atıp yoğurt yapmayı denedik ve sonuç süper, kendimizin ürettiği bir şey olunca daha lezzetli oluyor tabiki, önce tadı biraz garip geldi fakat onun nedeni de homojenize yoğurt gibi olması yani yağı falan alınmış sütten olunca biraz yavan tabi ki,

Eğer çevrenizdeki marketlerde öyle paket süt satılıyorsa, alıp evde kendi yoğurdunuzu yapabilirsiniz tahminimce... En güzeli evde yapılmış yoğurt ;)

Snow White and Huntsman

Çok fazla dizi izledikten ve birazda ufak çaplı oyunlardan (büyük oyunlara başlamak bağımlılık yapıyor ve yeni kurtuldum onlardan bir daha başlamam zor görünüyor)  oynadıktan sonra. Uykuda bastırmadan bir film izleyeyim dedim ve arşivimde kenarda köşede kalmış Pamuk Prenses ve Avcı filmini açtım.

Vampirli seride ilk defa gördüğüm Kristen Stewart  burada pamuk prensesi canlandırıyor ve her ne kadar Bella olarak hiç güzel bulmasam da kendisini burada güzel diyebilirim. Ayrıca Thor olarak tanıdığımız Chris Hemsworth  ve benim hayran olduğum güzeller güzeli Charlize Theron  da burada.

Filmin konusuna gelirsek, genel olarak hepimizin bildiği Pamuk Prenses hikayesi. Sadece burada olaya biraz aksiyon, kurgu ve aşk katarak büyükler için izlenecek bir film yaratmışlar. Eh ufak tefek çarpıklıklar, saçmalıklar biraz dikkat ederseniz gözünüze çarpacaktır. Lakin bütün olarak filmi değerlendirirsem izlenmeye değer 10 üzerinden 7,3 alır.(5 in altındaysa hiç bakmayın zaten;) )

Eh hala çocukluk masallarınızı hatırlıyorsanız ve ya hatırlamak istiyorsanız, izleyin derim. Hatta Çizmeli Kedi ve Kırmızı Başlıklı Kız'ın da bu şekilde yeniden uyarlanmış filmlerini şimdiden izleme listeme koydum.

imdb bilgileri için tıklayın


Cadı Kraliçe bile olsa hayran olunacak biri...

18 Ocak 2013 Cuma

İlk yazı

Sayfanın başlığına bakmayın siz, aslında yeni açmış olduğum bloğun ilk yazısı. Daha öncesin uzun bir süre yazma, saçmalama ve her şeyden biraz biraz paylaşımlarım oldu eski bloğumda.

Artık onu sonlandırdım ve kaldırdım. Eh bütün verileri bilgisayarıma aktardım tabi ki o benim ilk deneyimim.

Yazarlık konusunda, paylaşım konusunda çok başarılı olduğum söylenemez. Zaten öyle fazla yazan biri değilimdir, ben daha çok düşünce ve hayal adamıyım. Kafamda yüzlerce düşünce birbiri ardına sıralanır, bazıları yapacaklarım, yaptıklarım ve diğerleri ise gelecek hakkındadır. Olayları en iyi ve en kötü sonuçlanacak şekilde kurgularım mesela... Hiç bir zaman iki şekilde de olmaz, hep kötüye yakın bir şekilde ama ortalama düzeyde benim tahmin bile edemediğim olumsuzluklarla gerçekleşir.

Genel olarak nasıl biri olduğum hakkında ben size onlarca şey söyleyebilirim, fakat bir insanı en iyi arkadaşlarından öğrenebilirsiniz. (Onlarla tanışma fırsatınız olmadığı içinde yazdıklarımdan bir şeyler çıkarabilirsiniz sanırım.)

Yinede ben biraz kendimden bahsedeyim. Burçların genel mantığına inanan biri değilimdir, ama doğduğumuz daha doğrusu ilk defa hücre olduğumuz anda evrendeki atom dizilimlerinin bizi etkilediğini düşünmekteyim. Bu şekilde de bazı huylarım Aslana fazlasıyla uyar; ego, biraz ukalalık, yönetim düşkünü, şaşayı seven, kesinliği seven vb... bir çok özellik. Farklı olarak biraz içine kapanık, fazla duygusal, 'just a little bit romantic', tuhaf bir şekilde sıradan (kendimin hep özel olduğunu düşünmüşümdür, zaten kim düşünmemiştir ki! :) )

Belki söylenebilecek bir çok şey daha vardır. Neyse geri kalanları ara ara anlatırım ben size, şimdilik okuyan herkese iyi günler...

Işık ve sevgi sizin yanınızda olsun!

(18.01.13)