28 Şubat 2013 Perşembe

İçimde bir sıkıntı

Pazar günü öğleye doğru içimde tarif edilemez bir sıkıntı başlamıştı. Ve tam yazı yazacağım sırada sıkıntı ortadan tamamen kalktı.
Aile üyelerinde çıkan bazı sağlık sorunlarından sonra azalmıştı birer birer geldikçe haberler. Şükür çok önemli  hastalıklar değil. Fakat büyük bir kısmı hali hazırda duruyordu ve bir anda yok oldu. Aklıma ilk gelen Zaman Çarkı oldu. Ne alaka dediğinizi duyar gibiyim.

Açıkçası çoğunlukla kendimi ifade ( etmekte zorlanırım değil ) edemem. Aklımın bir köşesinde hep kendimden bir parça bulduğum karakterler ve yaşadıkları olaylar hafızamın içindedir. Genellikle onların vaziyetlerini anlatarak kendimi ifade etmeye çalışırım.

Burada da Zaman Çarkı'ndaki Mat isimli karakterimizin sürekli başına gelen bir olaydır bu. Hiç bir şey yokken kafasının içinde zarlar dönmeye başlar ve bu onu çok ama çok rahatsız eder çünkü bilir ki o desen yine kendisi için bir şeyler planlamaya başlamış, kendisi ve ya çevresindekilerin başına her hangi bir iş gelecek. O anda 'Lanet kan ve küller!' der ve ne olacaksa bir an önce olsun diye ışığa söylenir.
Bazı zamanlarda verdiği bir karar sonrası ve ya söylediği bir söz sonrasında durur. Bazen bir savaşa girer ve zarlar durur. Bazende şansı onu bir şekilde kurtarır ve sesler kesilir.



İşte benim bu içimdeki sıkıntı (Genellikle kalbimin kaşınması gibime gelir) bir şey olacağının (iyi ve ya kötü bilinmez) habercisi gibi bir şeydir. Bakalım neler oldu ve ya olacak...

Işığın bilgeliği her daim üzerinizde parıldasın. Mutluluk hep yanınızda olsun...

Bad Couple I

Genellikle tarihi kore dizilerini izlediğim için ilk başta biraz yadırgadım, izlediğim ilk günümüz konulu kore dizisi. 16 bölümlük dizinin 8. bölümünü yeni bitirdim ve diğer yarısını da izlemek için sabırsızlanıyorum.

20 veya 40 dakikalık popüler dizileri izlemekten 60 dakikalık bir diziye kendimi alıştırmak başlarda biraz sorun yarattı tabi ki ama konunun ilerleyişi akıcı bir şekilde gitti şimdiye kadar. Dizi üç arkadaş bayanın hayata bakış açılarını, farklılıklarını anlatıyor. Ve gelişen olaylara vermiş oldukları tepkiler, bir bayanın düşünce tarzı, birbirlerini nasıl etkiledikleri de konu alınıyor.



Ünlü bir moda dergisi editörü Kim Dang Ja küçüklüğünde babasının annesini bir başka kadın için terk etmesi üzerine hiç bir erkeğe güvenmeyip kendisini tamamen kariyerine adamıştır. Bir gün yakın arkadaşı Yoon Hee'nin kızına bakarken kendi başına bir çocuk büyütmek istemesi üzerine en düzgün gene sahip birini aramaya çıkması, Choi Gi Chan adındaki biyoloji profesörü ile karşılaşmalarını ve birbirlerine aşık olmalarını konu alıyor.

Diğer bir yandan da eşine neredeyse tapan Han Young  ve  eşini iki yıldır aldatmakta olan Kim Yook Sun'un yaşadıkları olayları, Han'ın eşini geri alma çabasını gösteriyor.

Her zaman okuduğum kitaplar, izlediğim dizi filmlerde yaptığım gibi kendimden bir parça bulduğum karakterler (izlediğim ilk 8.bölüm için tabi ki) Profesör Gi Chan ve Han'a eşini geri kazanması için yardım eden model Joon Soo. İki karakterde hissettiğim, düşündüğüm ve yapmaya çalıştığım bir çok durumu yansıtıyor. İzlerseniz ne demek istediğimi belki daha iyi anlarsınız.



Diğer 8 bölümü bitirdikten sonra yazının devamı gelecek...

Bakalım dizinin sonunda neler olacak..

27 Şubat 2013 Çarşamba

Güzel Kadın!

Herkesin zihninde bir tasvir vardır bunun üzerine sanırım. 
Bana sorsanız büyük ihtimalle hali hazırda bildiğim, tanıdığım birini söyler, aşağı yukarı onun gibi benim hayalimdeki güzel kadın derim. Herkesin tanımı farklıdır, Audrey Hepburn ise kendisine güzelliğinin sırrını soranlara;

"Çekici dudaklara sahip olma istiyorsanız, dudağınıza tatlı sözlerden başkasını dokundurmayın.
Güzel gözleriniz olsun istiyorsanız, güzel insanlarla göz göze gelin, gerçek dostlar edinip sık sık görüşün.
İdeal beden ölçülerine sahip olmak ve hep zayıf kalmak istiyorsanız, yemeğinizi yoksullarla ve açlarla paylaşın.
Alımlı saçlara sahip olmak istiyorsanız, çocuğunuzun en az günde bir kere onu okşamasına izin verin.
Dikkat çekici pozlar vermek istiyorsanız, yanınızda bilgelik ve tevazuyu alarak yürüyün, asla cahilce ve gururla yürümeyin.

İnsanlarında tıpkı elimizin altındaki eşyalar gibi, hatta onlardan çok daha fazla onarılmaya, yenilenmeye, bakım görmeye, gözden geçirilmeye ihtiyaçları vardır. Hiç bir insanı eskisi bozuldu, işe yaramıyor diye elden çıkarma hakkınız yoktur.
Hatırlayın, bir yardım eline ihtiyaç duyarsanız, kendi omzunuzdan kolunuza doğru göz gezdirin, dirseğinize ve bileğinize varın, işte orada bir yardım eli bulacaksınız.
Yaşlandıkça, iki elinizin olduğunu, birinin kendinize, diğerininde başkalarına yardım etmek üzere yanınızda hazır beklediğini fark edeceksiniz.

Bir kadının güzelliği giydiği elbisede, beden ölçülerinde ya da saçını tarayış biçiminde değildir.
Bir kadının güzelliği gözlerinden okunmalı, çünkü gözler kalbe, yani aşkın yaşadığı ülkeye giden kapıdır.
Bir kadının güzelliği yüzündeki benlerden değil, içinde sakladığı ruhundan okunur."



Aramızda kalsın bende öyle güzel birini seviyorum...


O bir Kraliçe!


O mağrur ve zarif!

Enchantment

Zarafet!



Ünlü film aktristi Audrey Hepburn'ün yaşam hikayesi.

Şimdiye kadar pek fazla biyografi okumadım, ama okuduklarımın en güzeli olduğunu söyleyebilirim. Donald Spoto gerçekten çok iyi bir iş başarmış ve adlarını duyduğumuz bir çok ünlü yıldızında hayatını kaleme almış. O kitapları da okumak için sabırsızlanıyorum. Çünkü anlatım tarzı, yapmış olduğu araştırmalar, kullandığı dil gerçekten çok iyi!

Audrey çok ağır, travmatik bir çocukluk geçirmiş. Babasının yaptıkları, ikinci dünya savaşının koşulları onu fazlasıyla yıpratmış. Fakat o amacından ve isteklerinden hiç vazgeçmeyip, hayallerinin peşinden koşturmuş. Kendisini beklenmedik bir anda müzikallerde sonrasında da beyaz perdede bularak günümüzdeki ününe kavuştu.

Aslında onun sevilmesinin gerçek nedenin onun içindeki iyiliğin ve duruşundaki asil zarafet in olduğunu düşünüyorum. Yazarın anlatımı da bu fikrimi destekler nitelikte. O her zaman kendi arzularıyla hareket etmiş ve kendi farklılığını dünyaya göstermiş. Ve birazda şansın kendisine güldüğünü söyleyebilirim. Aynı şekilde de bazı talihsizliklerde yakasını hiç bırakmamış. Aşk hayatında bir çok kez hüsrana uğramış, kendi küçüklüğünde yaşayamadığı o sıcak aile özlemini kendini adayacağı bir eş ve doğuracağı çocuklarla oluşturduğu yuvada gidermeyi düşünmüş. Fakat hayat o açıdan pek yüzüne gülmemiş, ayrılıklarla dolu bir kalp defteri olmuş...

Hayatının son yıllarında UNICEF gönüllüsü ve tanıtım yüzü olarak, dünyanın her yerindeki çocukların sağlık, eğitim, beslenme ve barınma ihtiyaçlarının giderilmesi için yardımcı olmuş. Gerekli olan bağlantıları, dayanışma toplantılarını gerçekleştirmiştir.

Ben kendisini ilk olarak Breakfast at Tiffany's  te Moon River şarkısını söyleyişiyle tanıdım.

İşte o video;




"Bir tarafım belki hep çocuk kaldı. ama bir yandan da, erkenden olgunlaştım. Çünkü genç yaşta acı ve korkuyla tanıştım..." Audrey Hepburn



Tek!


Sadece o barda değil,
Merdivenlerden inerken, sokakta yürürken, masada otururken, metroda giderken, merdivenleri çıkarken,

25 Şubat 2013 Pazartesi

Heartbeat!



HeartbeatHeartbeat, heart, heartbeatHeartbeat, heartbeatHeartbeat, heart, heartbeat

I saw you talking on the phoneI know that you were not aloneBut you're stealing my heart awayYeah, you're stealing my heart away

You're acting like you're on your ownBut I saw you standing with a girlStop tryin' to steal my heart awayStop tryin' to steal my heart away

I don't know where we're goingI don't know who we are

I can feel your heartbeatI can feel your heartbeat(He said to me)I can feel your heartbeat(Running through me)Feel your heartbeat(She said)

I can feel your heartbeat(She said to me)I can feel your heartbeat(She said to me)I can feel your heartbeat(Running through me)Heartbeat, feel your heartbeat

Maybe it's the way you moveYou got me dreaming like a foolThat I could steal your heart awayI could steal your heart away

No matter what it is your thinkI'm not a kind of girl to blinkAnd give my heart awayStop tryin' to steal my heart away

I don't know where we're goingI don't know who we are

I can feel your heartbeat(He said to me)I can feel your heartbeat(He said to me)I can feel your heartbeat(Running through me)Heartbeat, feel your heartbeat(She said)

I can feel your heartbeat(She said to me)I can feel your heartbeat(She said to me)I can feel your heartbeat(Running through me)(Feel your heartbeat)

Stop stealing my heart awayStop stealing my heart awayStop stealing my heart awayYou're stealing my heart away

I don't know where we're goingI don't know who we areFeels like we were floatin'High above the stars(Stars, the stars, the stars, the stars)

HeartbeatHeartbeat, heart, heartbeatI can feel it, I can feel it, I can feel itI can feel it, I can

I can feel your heartbeat(He said to me)I can feel your heartbeat(He said to me)I can feel your heartbeat(Running through me)Your heartbeat, feel your heartbeat(She said)

I can feel your heartbeat(She said to me)I can feel your heartbeat(She said to me)I can feel your heartbeat(Running through me)Your heartbeat, feel your heartbeat, beat, beat

Stop stealing my heart away(Tell it to me, girl)Stop stealing my heart away(Ooh, give it to me, boy)Stop stealing my heart away(Just say it to me, girl)You're stealing my heart away

Stop stealing my heart away(I can feel your heartbeat)Stop stealing my heart away(I can feel your heartbeat)Stop stealing my heart away(I can feel your heartbeat)Your heartbeat, your heartbeat


Çocukça

Daha dünyaya yeni gelmiş bir bebek gibiydim. İlk başta içini çok acıtan bir his vardı ve gözlerden süzülen damlalar, bir çığlık!

İlk defa o güvenilir yuvadan ayrılıyordum. O korunaklı, kısıtlı minik yerden. Çevremdeki duvarlar, yok olmuştu. Dıraşıdaydım artık ve savunmasızdım. Sonra azar azar çevremi tanımaya başladım, keşfettim ve beslendim. Minik minikti besinler ama en çok muhtaç olduğum, aradığımdı onlar.

Ve biraz büyüdüm, gözlerimi açtım. Anlatamayacağım kadar güzel bir histi görmek! Bir daha asla gözlerimi kapatmak istemiyordum. Hep görmek, hep görmek istiyordum.

Sonra fark ettim ki! Gözlerini kapatıp da, uyumaya başlarsan... Hem ruhun, hem bedenin dinleniyor. Hemde her şeyi en güzel haliyle görebiliyordum. Ya gözlerim açık olacaktı, ya da rüyada olmalıydım. Çünkü görmekten vazgeçemem.

Büyüdükçe anlıyorum. Öğreniyorum ve öğrendikçe de ne kadar çok öğrenilecek yeni şeyler var. Kendimi yeni yeni öğrenmeye adıyorum, çünkü ben daha yeni yeni emeklemeye başladım...

Benim için her şey yeni!

Öğrenilecek, denenecek, acıtacak ama 'cızz!' olduğu anlaşılacak o kadar hal var ki! Belki tuhafım biraz, bilemiyorum çünkü benim yaptıklarım yepyeni bana göre.

Emin emeklemelerle gidiyorum belki, ama direk büyümeyeceğim sanırım. Önce tıp tıp tıp yürüyüp, düşeceğim, sonra adımlar atacağım. Ve çocuk olacağım!

Sonrasında da hep o şekilde çocuk kalmaya çalışacağım. Hiç büyümek istemiyorum! Çünkü hayat çocuğun saf kalbiyle güzel, ben hep çocuk, ben hep afacan, belki biraz yavaş ama kalbi her zaman saf kalayım.

Çünkü sevgiyi en güçlü bir çocuk kalbi verebilir. En saf ve güzel kalp o minicik yürektir!

Seni sevmek, işte böyle güzeldir!


21 Şubat 2013 Perşembe

5 yıl oldu!
Gecenin bir yarısında geldi kara haber...
Hayatımda ilk defa tanıdığım, çok sevdiğim ve karşılıksız olarak tarafından sevildiğim birini kaybettim. Anneannemi.

Evden çıkışımızı, yola düşüşümüzü ve o otoyolun o kadar uzun geleceğini hiç tahmin etmezdim. Hemen varmak istiyordum çünkü, belki bir şans vardır, belki bir yanlışlık olmuştur! Fakat...
Onu hastahanede gördüğümde öyle huzurluydu ki, bize gülümsüyordu sanki. Öylece yatıyordu ama gözleri kapalı. Hiç bir şey yapamadım. Yapamazdım da. Çaresizlik!
En son telefonda ki sesi geldi hemen kulağıma, sonra da sımsıkı sarılışı, alnımdan, gözlerimden öpüşü. Hiç sakınmazdı o bizden sevgisini, ne hissediyorsa söyler ve  yapar tüm sevgisini hemen gösterirdi... Belki biz hiç o kadar iyi ve temizce belli edemedik sevgimizi. O hep ' Benim anam, babam yoktu. Siz benim her şeyimsiniz' derdi.

Ah onu ne kadar özlediğimi bir bilseniz!


20 Şubat 2013 Çarşamba

Nick The Chopper


NICK THE CHOPPER:
Ormanın aşağısında,bir köyün yakınlarında
"Nick The Chopper" adında bir adam yaşardı.
Ağaçları kesmek onun oyunuydu,
Ve bundan para kazanmak da...
Ağaçları hiç umursamadan,
O, körü körüne balta sallıyordu...
O hiç evlenmedi,
O asla yıkanmaz,
O hiç okula gitmedi,"Nick The Chopper".
Ağaçları kesmek onun oyunuydu,
Ve bundan para kazanmak da...
Şimdi yaşamı ya da bir arkadaşını bile umursamıyor.
O kirli ve yaşlı bir adamdır,"Nick The Chopper".
Bu çok yaşlı adam,artık karar vermişti...
Çok zengin olmaya,"Nick The Chopper".
Ağaçları(koruyu) kesmek onun oyunuydu...
Ve o,bu oyunu oynamaktan vazgeçemedi.
O,bütün ormanı kesip yerle bir etmek istiyor...
Ağaçlar ondan nefret ettiler,
Ve onlar söz verdiler,
Ona bir ders vermeye..."Nick The Chopper"...
Ağaçları(koruyu) kesmek onun oyunuydu,
Ve o,bu oyunu oynamaktan vazgeçemedi.
Fakat hikaye devam ederken,
O kendi oyununda yenilir.
O kirli ve yaşlı bir adamdır,"Nick The Chopper".
"Seni öldüreceğiz,Nick The Chopper!",,,
"Seni dallarla boğarak,Nick The Chopper!"


English Lyrics of "Nick The Chopper":

Down in the forest near a village
Lived the man called Nick The Chopper
Chopping woods his game and making money
Caring no for trees he blindly chops on
Never took married
He never washes
He never went to school, Nick The Chopper
Chopping woods his game and getting money
Doesn't he care for life or even for a friend now
He`s a dirty old man Nick The Chopper
Now a very old man he had decided
To make his fortune Nick The Chopper
Chopping woods his game he couldn`t stop it
He wants to cut down all the forest
The trees they hated him they made a promise
Give him a lesson Nick The Chopper
Chopping woods his game he couldn`t stop it
But as the story goes he`s beaten at his game
He is a dirty old man Nick The Chopper
We're gonna kill you Nick The Chopper
Strangle you with branches Nick The Chopper

16 Şubat 2013 Cumartesi

Aşk... Love is...

Şıpsevdi sakızları vardı eskiden, aslında hala var sanırım ama ben uzun zamandır almadım. Onların içinden çok tatlı resimler ve aşk ile ilgili güzel tanımlamalar çıkardı. Kim açtı bilmiyorum ama birisi o isimle twitter hesabı açmış, yazıları paylaşıyor. Ben de bunları görünce dayanamadım tabi ki sizlerle de paylaşmak istedim.
Eee nede olsa biz aşkın sözcüklere dökülmüş halini ilk orada öğrendik.






















Aşk; hayatınızın yönünün değişmesidir.

Aşk; beklenti değil anlayış sahibi olmaktır.

Aşk; onu ne kadar çok sevdiğinizi ona anlatmaktır.

Aşk; onu herkesten, her şeyden kıskanmaktır.

Aşk; onunla ayrı kaldığınız saatleri saymaktır.

Aşk; paranın alamayacağı şeyleri paylaşmaktır.

Aşk; birbirinin hassasiyetine saygı göstermektir.

Aşk; onun kalp atışlarını kendi kalbinde hissetmektir.

Aşk; işler zorlaştığında birlikte kürek çekmektir.

Aşk; onu boynundan öpmektir.

Aşk; onun her zaman yanında olup, sahiplenmektir.

Aşk; düşünmeden bağlanmaktır.

Aşk; ona sımsıkı sarılmaktır.

Aşk; onu burnundan öpmektir.

Aşk; onun yüzünü ellerinin arasına alıp sevmektir.

Aşk; onun yanaklarını mıncıklamaktır.

Aşk; onun gözlerinin içine bakıp 'seni seviyorum' demektir.

Aşk; onu sarılarak ısıtmaktır.

Aşk; herkese inat birbirine sımsıkı bağlı kalmaktır.

Aşk; ona sarıldığında mutlu olmaktır.

Aşk; ayrı kaldığınızda bile onun sevgisini hissetmektir.

Aşk; onunla buluştuğunda kendini iyi hissetmektir.

Aşk; bedene değil, kalbe dokunmaktır.

Aşk; onunla buluşma gününü adeta iple çekmektir.

Aşk; sadece iyi günde değil, kötü günde ve daima onun yanında olmaktır.

Aşk; onun yanaklarını ısırmak istemektir.

Aşk; onun sadece sana ilgi göstermesini istemek demektir.

Aşk; onunla mesajlaşırken bile mutlu olmaktır.

Aşk; ona kendinden fazla değer vermektir.

Aşk; onu mutlu etmekten mutlu olmaktır.

Aşk; onu koklayarak öpmektir.

Aşk; onun sadece sana ait olmasını istemektir.

Aşk; onun kokusunu içine çekmektir.

Aşk; onunla saçmalarken bile mutlu olmaktır.

Aşk; o sana sarıldığında kendini güvende hissetmektir.

Aşk; onunla elele yürürken bile mutlu olmaktır.

Aşk; onu kalbinde hissetmektir.

Aşk; birini görüp, diğerlerine kör olmaktır.

Aşk; ona bağlanmaktır. Onu kaybetmekten korkmaktır.

Ve şıpsevdi'den değil Privacy reklamından;

Aşk bile bile tutsaklıktır.


Ben buradakilere daha bir çok şey eklenebileceğini düşünüyorum, sizde aşk ile ilgili cümlelerinizi lütfen paylaşın, yorum yapın.


Astronomi

Rusya'da gerçekleşen meteor yağmuru olayı sizleri biraz düşündürdü mü bilmiyorum, fakat benim her zaman üzerine düşündüğüm bir konudur. Belki size bir bilim kurgu filmi senaryosu gibi görünebilir.  Dünya'ya meteor çarpacak da yok olacağız falan aynı bir Hollywood filmi gibi. Neyse kurtulduğumuz bazı filmlerde var iyi ki Bruce Wills'in Andromeda veya Deep Impact.  Nasılsa çok zeki ve teknolojik açıdan gelişmiş Amerikalılar bizi her zaman kurtarır, filmlerin lanse ettiği konu budur.

Peki ya gerçekte!
Ya şu anda üzerimize doğru gelen, serseri mayın gibi oradan oraya gezinen bir meteor varsa, fazla büyük olmasına da gerek yok kütlesi yeterince büyükse bir futbol sahası kadarlık bir şey dünyayı ilk oluştuğu zamana çevirebilir. Biz panik içinde sağa sola koştururken, ne olduğunu anlamadan toz oluruz. Pek olası gibi değil belki, fakat bilmelisiniz ki o kadar ilginç bir güneş sistmemimiz var ki! Tam bir tabanca atış poligonu meteorlar açısından. Mesela dışarıdan başlamak gerekirse, en dışarıda kuiper kuşağı denen buzul ve kayaçlardan oluşan bir mayın kümesi var, orada aralara serpiştirilmiş olan cüce gecegenler(plüton ve eris gibi) Biraz içeride bizim hayran olduğumuz gaz devleri var Neptün, Uranüs, Satürn ve Jupiter  bunlardan sonra  çok ama çok sık bir şekilde bir mayın tarlası daha var minik kayaçlardan oluşan iç kabuk diyebiliriz. Ve Mars, Dünya, Venüs ve Merkür'ün olduğu kayaç gezegenler var Kırmızı sıradan Güneşimizin etrafında. bütün bunlara da ek olarak boşlukları dolduran milyarlarca başı boş kayaç var.

Her şey o kadar tıkırındamış gibi görünüyor ki kimse son dakikaya kadar ne olduğunu anlayamadan yok olmanın eşiğinine gelebiliriz. Biz bulunduğumuz çağa bilim ve uzay çağı dememize rağmen dünyanın çevresinden en fazla 150000 km uzaklaşabilmişiz. Geliştirebildiğimiz uzay araçları da Shuttle'ler de uzay fatihleri. Yani anlayacağınız dünyaya meteor geliyor olsa, insan gibi virütik uzaylılar varsa ve bizi istilaya geliyorlarsa falan yapabileceğimiz hiç bir şey yok anlayacağınız, kaçacak aletimiz bile yok.

Bütün bu gerçekliğe rağmen insanlığın peşinde koşturduğu tek şey para! Onun yüzünden dünyanın her yerinde savaş, kan, dehşet. İnsanlığı tek kurtarma şansı olan biliminsanlarına karşı olma ve yozlaşmışlık. Ve artık can çekişmeye başlamış olan bir zamanların en güzel cenneti Mavi Gezegen Dünya.


Dinazorların teknoloji geliştirme yetenekleri ve şansları olmadı. Bir gecede Dünyaları karardı ve uzun yıllar boyunca Güneşi göremediler, yok oldular. Aynı şekilde dünyanın başından günümüze kadar yüzlerce, binlerce meteor çarpmasına tanıklık yaptı bu gezegen, bazılarını insanlar bile gördü, bazıları öldüler bile. Artık biz insan ırkı kendimizdi koruyabilir ve evrenin tatsız olaylarına karşı koyabiliriz. Fakat önce içimizdeki insan olma bilincine ulaşmamız lazım. Umarım en kısa sürede ulaşabiliriz...

İşte dün düşen Meteor;


Uzayın görece bildiğimiz kısmı ve uydularımız.


14 Şubat 2013 Perşembe

Mutluluk







Kerem ile Aslı

Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun'un aşk hikayelerini hepimiz biraz biraz duymuşuzdur. Ah aşk, sevgi insana neler yaptırıyor. Bütün bu hikayelerin arasında her zaman adını duyduğum ama hikayesini bilmediğim bir çift daha var 'Aslı ile Kerem' onlar hakkında minik bir araştırma yaptım. Öğrendiğim en ilginç bilgi ise Aslı ve Kerem birbirlerine kavuşan tek aşıklarmış bu hikayeler arasında...

İşte size Aslı ile Kerem Efsanesi;



İran'ın çok meşhur beldesi İsfahan’da adil, iyi yürekli bir padişah yaşardı. Çok zengin, rahat yaşayan ama bir türlü evlat saadetini tadamayan bir padişahtı. Ne tesadüftür ki emrinde çalışan bir Keşiş de aynı özlemi duymakta idi. Padişahın aklına bu keşiş gelince, padişahın derdine ortak olması için onu emretti. Ve uzun uzun sohbet ettiler. Keşiş padişaha “eğer bir saray yaptırır içini bahçesini süslerseniz bütün zamanınızı burada geçirir acınızı unutursunuz” deyince, padişah kısa bir sürede bu planı gerçekleştirdi. Bir gün Keşişin karısı ve hanım sultan saraydaki eğlenceyi ziyarete giderken karşılarına nur yüzlü bir ihtiyar çıkar, hanım sultana bir elma, Keşiş’in karısına bir ayva fidesi verir. Ve bunları ekmelerini ister.

Hanım sultan da, Keşiş’in karısı da fidanlara kendi elleri ile bakar, büyütürler. Ancak iki ağaç da büyüdüklerinde meyve vermezler. Hanım sultan bir gün rüyasında yine o nur yüzlü ihtiyarı görür. Ve bu çocuk dileği için yalvarır. Yaşlı adam ona ağacın elma verdiğini, bu dileği için bu meyveyi yemesini söyler. Hanım sultan Keşiş’in karısına haber verir ve ağaçlarının yanlarına giderler. Hanım sultanın elma ağacı bir elma vermiştir. Ancak Keşiş’in karısının ağacında meyve yoktur. Hanım sultan elmasını ortadan ikiye böler ve yarısını Keşiş’in karısına verir. Buna karşılık çocukları olduğunda birinin kızı diğerinin oğlu ile evlenecek diye söz verdiler. Ve daha sonra ikisi de hamile kaldı. Padişahın oğlu, Keşiş’in bir kızı olur. Kızın adı “Kara Sultan” Oğlanın adı “Ahmet Mirza Bey” olur. Fakat ters giden bir şeyler olur. Keşiş bey bir gün uyurken izlemeye dalar ve “Bu kadar güzel bir kızı neden padişahın oğluna vereyim ki?” diye söylenir. Ve bu fikrini karısına açıklar. Karısı ise “Ama Beyim biz hamile kalmadan önce çocuklarımızı birbirleri ile evlendireceğimize yemin ettik” dedi. Keşiş bunun üzerine etrafa kızının öldüğü haberlerini yayar. Bu haber padişahın kulağına gidince padişah Keşiş’i huzuruna çağırır.

Padişah:

 “Keşiş bu söylenenler doğru mu?”

Keşiş çaresiz ifadesi vererek;

Maalesef doğru kızım öldü diyerek padişahı kandırır. Daha sonra da kızını ve eşini alan Keşiş, Isfahan’a 3 gün uzaklıktaki “Zengi” köyüne yerleşirler. Bu zamanda da padişahın oğlu Mirza Bey 4 yaşına girmiş, mektebe başlamıştı. Yanında da Sofi adında çok zeki bir arkadaşı vardı. Seneler sonra Sofi ve Mirza Bey 12–13 yaşlarına basmışlardı. Sofi Mirza Bey’e bir teklifte bulunmuştu;

“Bak Mirza Bey baban çok zengin, serveti dünyayı alır! Ama bizde bir daha Genç olmayacağız, genç olduk, hadi gel av avlayalım” dedi.


Mirza Bey Sofi’nin bu sözleri üzerine avlanmaya, yiğitliğe talim etmeye gittiler. Mirza bey bir gece rüyasında “Kara Sultan”ın elinden şerbet içtiğini görür. Kalbi ve yüreği cehennem gibiydi. Daha sonra büyük bir heyecanla uyandı. Yalnız kimin elinden şerbet içtiğini bilmiyordu. Fakat kızın siması aklında kalmıştı.

Bir sabah Mirza Bey babasından izin alarak sofi ile birlikte “Zengi” köyüne gezmeye gittiler. Orada Keşiş’in evine misafir oldular, ikramlar yediler. Artık mirza Bey hep o taraflara av yapmaya gidiyordu. Bir gün kolunda şahini ile yine gelmişti. O gün sarayın camının yanında gergef yapan bir kız gördü. Yanına yaklaştığı, dikkatlice baktıktan sonra bu kızın rüyasında gördüğü kız olduğunu anlayınca yanına yaklaştı ve:
Başı yastık göre mi?

Gözü dilber görenin?

Gözüne uyku girer mi?
Zülfüne berdar olanın?




Mirza Bey bunları söyledikten sonra kızı kendine doğru çekti, kızı öptü ve:

“Söyle güzel kız sen hangi bahçenin sümbülüsün?”

Deyince kız:

“Isfahanlı babam keşiş idi. Kerem eyle bırak beni! Babam görmesin!
Delikanlı:
Aslı nedir? Salıvereyim!
Kız:
Kerem eyle bırak beni!


Dedikten sonra Mirza beyin aklına bir şey geldi. Benim adım Kerem, senin adın Aslı olacak bundan böyle birbirimizi böyle çağıracağı! Bunun üzerine keşişin kızı Kerem’e bakarak:

“Kabul ediyorum” dedi. Keremde kızı bıraktı. Daha sonra Aslının işlediği gergefin üzerinde bulunan oyalı tülbenti aldı. Ve sofiyi bularak beraber Isfahan’a döndüler. Eve geldiğinde babası Keremi bitkin gördü ve ona ne olduğunu sordu, fakat Kerem’in ağzından tek laf bile alamadı. Padişah birkaç gün sonra Kerem’i tekrar çağırdı ve ona sordu. Kerem’de babasında bir saz istedi. Derdini böyle anlatacaktı. Babası sazı getirdi. Kerem durumunu anlatan bir türkü çaldı;

Keşiş bahçesinde bir güzel gördüm,

Aklım başımdan aldı ne çare?

Taramış zülfünü, dökmüş yüzüne,
Serimi sevdaya çaldı ne çare?


Babası oğlunun dediklerinden hiç bir şey anlamamıştı. Oğluna tam olarak anlayamadığını söyleyince, Kerem boynunu bükerek odadan çıktı. Padişah haftalarca oğlunun derdini anlamak için çare arıyordu ama bulamamıştı. Bunun üzerine padişah birilerini bulup ondan derdini öğrenmesini istedi. Çirkin bir kadın Kerem’i Keşiş’in bahçesinde Aslı’ya bakarken görünce hemen padişaha söyledi. Bunu duyan padişah hemen Keşiş’i yanına çağırdı ve neden yalan söylediğini sordu. Keşiş’i kızını vermesi için ikna etti. Bunun üzerine Keşiş padişahtan 5 ay süre istedi. Padişahta “sana 5 ay veririm ama sana yüzük vereceğim, onunla kızını oğluma nişanla dedi. Keşiş bunu kabul etti. Bu nişanlanma olaylarını duyan Sofi hemen Kerem’e haber verdi.

Kerem’in günleri sefa ve zevk içinde geçiyordu. Fakat aradan bir süre geçtikten sonra Aslıyı yine özlemeye başladı. Bu durumunu babasına anlattı. Oğlunun bu dert yanışı babasını çok üzmüştü. Padişah Kerem’e: “Oğlum ben Keşiş’e 5 ay izin verdim. Süre bugün doluyor” dedi ve düğün hazırlıklarına başlandı. Keşiş’de 5 ay dolduğu için “Zengi” köyünden kaçmaya karar verdi. O gün Padişah büyük bir kafileyi Aslı’yı almak için Zengi köyüne gönderdi. Orada da birkaç insan topluluğu kafileye doğru geliyordu. Kerem onlara neler olduğunu sordu. Bunu üzerine ihtiyardan şu yanıtı aldı: “Bizim burada bir Keşiş otururdu, onlar gece gittiler. Bizde bir şey olacak herhalde die gidiyoruz” dedi. Kerem ağlamaya başladı. Daha sonra hemen Aslı ile buluştukları bahçeye gider ve oradan geçen bir kızı Aslı’ya benzetir ve türkü söylemeye başlar. Onu duyan kız “Ey âşık! Beni kime benzettin?”

Kerem cevap verir:

“Seni Aslı Han’ıma benzettim” dedi.

Bunun üzerine kız Kerem’e:

Aslı Hanımanne ve babasıyla birlikte Hoy’a kaçtılar” dedi. Kerem bu sözün üzerine çok sevindi. Ve bir türkü söyledi. Keşişlerin kaçtığı haberi padişahın kulağına gidince kızdı ve Zengi köyüne geldi. Ama onları bulamadı. Hemen Kerem’in yanına gitti ve “Ey oğlum bu halin ne?” diye sordu. Kerem’i alarak Isfahan’a döndü. Kerem babasına Aslı Han’ın arkasından gitmek istediğini söyledi. Babası da engel olmadı. Arkadaşı Sofi ile yola koyuldular ve Zengi köyüne geldiler. Köyde gezinen bir kıza keşiş’i soru ve Hoy’a gittiklerini öğrendi. Oradan sonra Hoy’a vardılar. Bir kahvedekilere Keşiş’i sordular ve onun birkaç gün önce Suşi’ye gittiklerini öğrendi. Kerem bu şekilde Aslının peşinden gidiyordu. Her gittiği yerde ondan saz çalması isteniyordu. Bu şekilde Suşi’den sonra Gence, Revan, Acuz, Çıldır, Şerki, Kelbe’ye gittiler. Kelbeden de aldıkları üzücü haber onların 3 ay önce Kars’a gitmiş olmalarıydı. Daha sonra Kars’a vardılar ve Keşiş’i sordular.

Kahvedekiler ondan bir şarkı söylemesini istedi. Ve bunun sonucunda onların Oltu’ya gittiklerini öğrendiler. Oltudan sonra: Narmana, Beyazıt ve Beyat’a gittiğini öğrendi. Beyat’dan aldıkları haberde onların 4 Gün önce Van’a gitmeleriydi İkisi birlikte Van’a giderken yolda 40 haramiler ile karşılaştılar. Haramiler onları aralarına istedi. Kerem de “Ağalar ben Acem Şah’ın oğluyum, şimdi gurbete düştüm rica etsem de sılaya gitsem?” dedi. Haramiler ona “Ey âşık Allah selamet etsin diyerek yol vermeden önce türkü istediler. Türküyü duyanlar “aferin” dedi, Kerem’de Keşiş’i sordu ve türkü karşılığında Tiflis’e gittiklerini öğrendi ve yola koyuldu. Tiflis’e geldiler ve kahvedekilerden türkü karşılığında Ahlât’a gittiklerini öğrendi. Bu şekilde Nemrut dağını geçerek Ahlât’a geldiler. Oradan Velhasıl dağı, Muş ovası, Muş, Çanlı kiliseyi gezdiler ve aradılar. Çanlı Kiliseden gelin kızlar çıkıyordu. Kerem o kızı Aslı’ya benzetti. Ve yine türkü söyledi, saz çaldı. Sonra oradan Malazgirt’i öğrendi. Karşılarına Murat ırmağı çıktı. Irmak çok delicoş akıyordu. Kerem’in türküsü ile yavaşladı ve geçtiler. Oradan Malazgirt’e geldiler. Kahvede saz çalanlar vardı. Beraber saz çaldılar.Kerem’i çok alkışladılar. Neyse oradan Pasin ovası, Uzun Ahmed, Hasan Kalesi, Çoban köprüsünü gezdiler. Orada dalgacı bir adam vardı. “Ben Keşiş’im” diye dalga geçiyordu. Kerem’i görünce bu dalgacı bir tabuta girdi. Kerem’e adam öldü, namazını kılalım diye şaka yaptılar. Kerem adamın öldüğüne inandı. Aslında şaka idi. Namazdan sonra şaka olduğunu söylemek için tabutu açtılar ve adamı ölü buldular. Cenab-ı Hak dalgasının cezasını vermişti.



Neyse Kerem ve Sofi yollarına devam ettiler. Gümüşlü Kümbet, Hadım Pınar geçildi. Orada Kerem giysi yıkayan kızlar gördü ve Aslı’dan kalan tülbenti çıkartarak yıkaması için onlara verdi. Daha sonra da Laleli Dağına çıktılar. Hava çok bozmuştu. Fırtınalar koptu 3 gün 3 gece orada kaldılar. Üçüncü gecede nur yüzlü bir adam geldi. Ve onları atının arkasına alarak onları bir çırpıda Erzurum’a götürdü. Meğer o adam Hızır Aleyhisselam imiş. Orada bir konakta kaldılar. İkramlar gördüler. Kerem sazı eline alarak türkü söyledi. Sonra ağlamaya başladı. Sofi’ye neden ağladığını sordular. Sofi anlattı. Sabaha Yola çıktılar. Gezerlerken bir hamam gördüler. Cafer Ağa hamamı imiş. Oradan çıkan kadınların arasında Aslı’yı gördü ve hemen türkü söylemeye başladı. Bunu duyan Aslı Kerem’i gördü ve Hemen eve koştu anasına haber verdi. Anası Keşiş’e haber verince yola çıktılar. Kerem ağlamaya başladı. Sonra sokaktaki çocuklara Keşiş’i sordular ve Mancunlar mahallesine giderlerken yol üçe ayrıldı. Ortadan girdiler. Günlerce yol gittiler. Eşen Kalesine vardılar. Khevde oturdular. Oradan sonra Vabrik, Tercan, Çinci beli, Erzincan aşıldı. Kerem Erzincan’lılardan Keşiş’in Sarılar’a gittiğini öğrendi. Yolları bir geldi. Nuh Aleyhisselam’ın Nuh gemisinin oturduğu yere geldiler. Yerde bir kuru kafa gören Kerem kuru kafa ile konuşmaya başladı. Sofi şaşkınca Kerem’i izliyordu. Neyse sonra Eşkat’a vardılar, Engürü’ye gittiler.Kerem bir mezarlıkta ağlayan kız gördü. Kızla konuştu. Ölenin sevgilisi olduğunu anladı. Yola koyuldular. Kahveye geldi. Türkü söyledi. Sonra Ayaş’a gittiler. Yol viran olmuştu. Kerem viran olmuş yolla söyleşti. Sofi adeta olanlara şaşıyordu. Ayaşlılar Keşiş’in Zile’ye gittiğini söyledi. Tekrar yollara düştüler…


Yeniden yollara düştükten sonra Kızılırmak’a vardılar. Nehir delicoş akıyordu. Ama Kerem’in türküsü ile duruldu. Onlarda geçtiler. Zile’ye vardılar. Hanın sahibi onları içeri almadı gitti. Onlarda kapıyı kırdı. Kapıyı yakarak ısındılar. Sonra Sivas’a gittiler. Oradan da doğruca Kayseri’ye vardılar. Kerem bir cenaze gördü ve türkü söyledi. Bunu Duyan imam Kerem’e çok kızdı. Neyse onlarda oradan Keşiş’in kaldığı eve geldiler. Aslı bahçede geziyordu. Kerem hemen yanına gitti. Kendini tanıtmadı ve “ben dişçi kadına gelmiştim dedi” Aslı onu içeri aldı. Anasına söyledi ve Kerem Aslı’nın dizine yatarak ağzını açtı. Anası sordu “Hangi dişin?” Kerem gösterdi fakat o diş değildi. Öyle böyle bütün dişlerini çektirdi. Ağzı kan dolmuştu. Cebinden Aslı’dan kalan eşarbı çıkartarak ağzına tuttu. Tülbenti tanıyan Aslı “Bu Kerem!” dire bağırdı. Anası hemen Keşiş’e haber vermeye gitti. Kerem o an hemen türkü söylemeye başladı ve sazdan başını kaldırınca Aslı’nın onu dinlediğini gördü. Aslı onu hemen dışarı çıkartmaya çalışırken Kerem’in ayağı kapıya sıkıştı ve kanamaya başladı. O sırada Kerem Tanrıya “Ey rabbim şu kızı bana âşık et” dedi. Tam o sırada isteği kabul olundu. Aslı kapıyı açıp hemen Kerem’e sarıldı. Aslı Kerem’e:

“Hadi git buradan babam gelirse seni öldürtür, gece gel, beni al!” Kerem oradan çıkıp kahveye gider. Gece olunca Aslının evine gider. Saz çalmaya başlar. Babası onu duyar ve yanında ki adamlarla Kerem’i yakalamak isterler. Kerem kaçıp gizlenir. Sonra tekrar pencereye çıkar. Tekrar çağırırken onu tutuklarlar. Hapse atarlar. Kerem’in aklı başından gitti. Dili tutuldu. Kadıyı, müftüyü çağırdılar. “Baksanıza Keşiş’in evine bir adam girmiş, öldürelim mi?” Müftü izin vermedi. Sonra Kerem’in dili açıldı. Türkü söylemeye başladı. Kerem’in dilinin açıldığını beye haber verirler. Bey Kerem’i yanına çağırır. Kerem başlar türkü söylemeye. Bey kızmaya başlar. Kerem onu dinlemeden tekrar söyler. Bey yine kızar. Amire dönüp idam fetvasını ister.

Hâkim izin veremem, bunların Aslı var dedi ve yerinden kalkıp Harem’ine geçti. Meğer beyin Hasene adında kız kardeşi varmış. Beyin halini görünce halini sordu. O da Kerem’i öldürmesini istedi. Karşılığında 15 kese altın verecekti. Çünkü kadı, müftü öldürülmesine izin vermiyordu. Hasene bunu kabul etti. O sırada da Kadı Kerem’ döndü. “Bak oğlum buradan kaç sana zulmedip öldürecekler” Kerem bu sözleri duymadı bile ve saz çalmaya başladı. Hâkim Kerem’e sordu: “Oğlum senin bu kızla alakan var mı? Nişanlı mısınız?” dedi. Eğer nişanlı değilseniz 2 şahit bul seni şu Aslı ile nişanlayalım” dedi. Kerem hemen Sofi’yi çağırdı. Hâkim mesele’yi sofi’ye sordu. Sofi’de anlattı. O sıralarda da Hasene Hanım 40 tane gülcülerden kız alıp her birine kıyafet giydirdi. Sonra onları büyük bir bahçeye soktu. Ve Kerem’i çağırdı. Kerem içlerinden Aslı’yı görünce gözünü ondan ayırmadı. Zaten başka bir kıza baksaydı, Hasene Hanım onu öldürecekti. Kerem gözünü ondan ayırmayınca o da Kerem’in gerçekten Hak aşığı olduğunu anladı. Hasene Hanım bu aşkı anlayınca Aslı’yı ondan sakladılar. Hasene Hanım Kerem’den türkü söylemesini istedi. Kerem hep Aslı’ya hitap eden türküler söylüyordu. Hasene Hanım kızdı ve kendisine hitap eden bir türkü söylemesini istedi. Kerem yine Aslı’ya söyledi. Bu sefer Hasene Hanım sordu:

Kerem ben ne derim, sen ne dersin? Sana hemen Aslı’yı alıvereyim” dedi. Kerem:

“Ya Rab, sana şükürler olsun” dedi. Hasene hanım bu türkülerden onun gerçek bir âşık olduğunu anladı. Ve:

“Senin gerçekten âşık olduğunun isbatı var mı?” dedi. Kerem’de:
“Bak ben bir türkü söyleyeyim, eğer Aslı’nın her yönünden söz etmezsem beni öldür” dedi. Ve türküsüne başladı:
Bir hali diyor merde mert cengi
Bir hali dövüyor cümle frengi
Bir hali bozulmaz hiç onun rengi
Bir şulesi halka yetişir…




Hasene Hanım baktı ki bu türkü tam Aslı’yı anlatır, hemen her şeyi beye anlatır:

“Bu kızı Kerem’e verelim, eğer vermezsek, Kerem’in ahı bizi yakar”

Bey bu sözleri duyunca hemen Keşiş’in yanına gider ve:
“Kızını Kerem’e ver, eğer vermezsen seni öldürürüm” dedi.


Bu olanları Keşiş karısına anlattı. Ve o gece Kayseri’den kaçtılar. Sabah onları bulamadılar. Bir kişi onların Tekke’ye doğru gittiğini söyledi. Kerem çok üzüldü ve beyin ayağına kapanarak; “Aman beyim ben böyle olacağını bilirdim. Allah'a ısmarladık” diyerek yola koyuldular. Tekke’ye ulaştılar. Oradan Karapınar’a geçtiler. Sonra Halep yoluna düştüler. Keşiş’de Halep’de ermeni evine girdi. Halepli ermeni onun başka biri olduğunu anladı. Ermeni Keşiş’e burada ne aradığını sordu. Keşiş başından geçen her şeyi anlattı. Halepli Ermeni de: “O halde Kerem buraya gelmeden kızını evlendir” Bu sırada da Aslı Han babasına feryat ediyordu. Kerem ve Sofi’de Halep’e geldiler. Burada Kerem hanın sahibi Külhan Beyine başından geçenleri anlattı. Külhanbeyi Kerem’i Aslı’ya alacağına söz verdi. Bir koca karı tuttu. Onu Aslı Han’ın yanına gönderdi. Koca karı Aslı Han’a: “Kerem’in yanına gitmek ister misin?” deyince Aslı hemen kalktı. Külhanbey’de Kerem’e haber verdi. Koca Karı’da Aslı Han’a:

“Git anandan Halep’i gezeceğiz diye izin al” dedi. Anası da “tamam ama sakın geç kalma” dedi. Sonra Külhanbeyi Kerem’i Aslı ile buluşacağı Kümbet’e götürdü. Orada Kerem’i gören Halep paşası onu zindana attırdı. Kerem’i zindana türkü söylerken duyan paşa ona kendini tanıttı ve Aslı Han’a şu anda düğün yapıldığını söyledi. Kerem’de: “Bana güzel bir at, silah ve hizmetkâr ver Aslı kiliseden çıkarken beni görsün” dedi. Paşa isteklerini yaptı. Ertesi gün Kerem kilisenin oraya gitti. Paşa arkadan adamlar gönderdi.Kerem Aslı’yı görünce türkü söylemeye başladı. Onu gören Aslı hemen yolunu değiştirdi. Sonra adamlar kızı hemen örtüp konağa getirdiler. Keşiş’in dostları Keşiş’e haber verince Kerem’den kurtuluş olmadığını anladı. Keşiş’in aklına bir fikir geldi. Kızını Kerem’e vereceğini, fakat ilk gecelerinin elbisesini kendisi dikeceğini söyledi. Kerem ve Aslı çok sevindi. Keşiş evde sihirli, büyülü bir fistan dikti. Kerem yanına gelince fistanın düğmelerini elleri ile çözecekti. Neyse 40 gün 40 gece düğün yaptılar. Sonra Aslı ile Kerem evlerine gittiler. O gece Kerem namazını kıldıktan sonra Aslı fistanını giydi ve Kerem’in yanına geldi. Kerem’den bu düğmeleri çözmesini istedi.

Kerem tam söktü 2 tanesi kaldı ki düğmeler tekrar kapandı. Kerem elleri ile tekrar denedi. Sürekli kapanıyordu düğmeler. Artık uğraşmaktan tan yeri ağarmıştı. Kerem düğmeleri nasıl çözeceğini düşünüyordu. Tekrar denerken en sonunda kocaman bir “Ah” çekti. Ve Kerem’in ağzından çıkan ateş ile birden bire Kerem cayır cayır yanmaya başladı. Külleri yere döküldü. Aslı ağlamaya başladı. Ve hemen annesine haber verdi. Annesi de kızım bu senin sevinecek günündür deyince Aslı annesine Kerem’in küllerini gösterdi. Annesi de çok şaşırdı. Sonra Paşa Aslı Han’ı sorguya çekti. Olayların Keşiş’in yaptığı anlaşıldı. Keşiş öldürüldü. Aslı 40 gün Kerem’in küllerinin başında bekledi. Sonra saçlarını süpürge ederek silerken küllerin içinde kalan ateş ile Aslı’da kül oldu. İkisinin külleri birbirine karıştı. Bunu görenler Paşa’ya haber verdiler. Paşa’da Aslı’nın annesini türlü eziyetlerle öldürdü. Daha sonra ki günde Sofi’ye düğün yaptılar. 40 gün 40 gece düğün oldu. Aslı ve Kerem dünyada kavuşamadılar ama şu an cennete düğünleri olsa gerek…