31 Aralık 2013 Salı

2013 ve Bedevi

2013 her şeyin güzel başladığı bir yıl...

Güzel notlar, aşk, para, sağlık, ne ararsan var. Gerçi üzerime araba, ev ve her zaman istediğim deniz manzaralı yalı yoktu ama olsun :D



Yıl boyunca kah ağladım kah güldüm, mümkün olduğunca her yere koşuşturdum. Yapabileceğim her şeyi yaptım. Elimden bir şey gelmediği zamanlarda da vazgeçtim.


Değiştim...

Kimseler değişeceğime inanmazdı ama o çocuksu ruhumun azaldığını hissettim ilk defa bu yıl, o dışarıya pek göstermediğim içimde hep saklı tuttuğum afacan artık küçülmüştü içeride.

Yepyeni yerler gördüm, yepyeni insanlarla tanıştım. Karşı komşum Sakız adasına gittim, bir adaya aşık oldum. Denizin güzelliklerine daldım, belkide ilk kez nefes aldım hayatımda.

Çalıştım, çapa salladım, toprak devirdim, duvar yaptım, hayvan sürdüm, bok temizledim, kümeslerden yumurta toplayıp, ağaçlardan incir kopardım. Asma nasıl yetiştirilir öğrendim, kendi bal kabaklarımı yetiştirdim. Çiçeğin kokusunun güzelliğini duydum burnumda, yeni ekilen tohumun içindeki yaşama arzusunu hissettim.

Hayaller kurdum, hayallerimi yıktım, geleceğe dair planlar yapıp her birini değiştirdim sonradan, bir daha hiç karşılaşmayacağım arkadaşlar edindim isimlerini bilmediğim.

Bir iş sahibi oldum, en sevdiğim alanda uzayda.

Kendimi geliştirdim, sınırlarımı öğrendim, konulan limitlerin aslında aşılması gereken dönüm noktaları olduğunu fark ettim...

Bilgisayar oyunlarının içinde kendimi kaybettim, izlediğim her bir film yeniden izlenmeye değerdi, okuduğum her kitabın karakteri benim bir parçamı taşıyordu. Her dizide kendi yaşamımdan bir parça buldum.

Ve bir yılın sonuna geldim. Gerçi 2013 bütün yıl boyunca atmadığı kazığı bana son beş gününde attı. Bütün yıl hasta olmayan bana daha önceden yarım kalmama sebep olan bakteriyi yeniden getirdi. Yine yataklarla ayrılmaz dost oldum 4 gün boyunca, tam iyileştim ayağa kalktım. Koskoca yıldır tutulmayan boynum tutuldu ve benim boynum öyle böyle tutulmaz dillere destandır.

 Bedevi olarak benim kutuplarda ne işim var onu bilemedim ama 2013'ün sonu güldürmedi! :D


Bakalım fabrikadan yeni çıkmış sıfır kilometre 2014 bize neler getirecek... :-)


Yeni yıl hepinize iç huzur,  mutluluk, sağlık, sevgi, para ve aşk getirmesini diliyorum!
Mutlu yıllar!

28 Aralık 2013 Cumartesi

Gün Eksilmesin Penceremden

Hasta halimden biraz sıyrılmış olduğumu görünce bizimkiler bu akşam tiyatro varmış gidelim mi diye sordular tiyatro olur da kaçar mı? Giyindim bir güzel, hastalıktan eser kalmadı zaten, çünkü bir önce ki gece termometre 40 üzerindeydi koltuk altımda ve Carmina Burana gösterisini kaçırmıştım... Bu etkinlik kaçmayacaktı.

Konu ve oynayanlar hakkında hiç bir fikrimiz yok tabi, tek bildiğimiz Sadri Alışık Tiyatrosundan bir oyun olduğu. Orada öğrendim ki Cahit Sıtkı Tarancı'nın Biyografisi gibi bir oyun. Şiirlerinden, mektuplarından, hikayelerinden derlenmiş... Hatta oyuncu Engin Yüksel kendisi yazmış ve düzenlemiş, kendi başına da sahneye koyuyor.



Baştan sonra harika bir oyun, muhteşem bir oyunculuk ve eşsiz bir hafıza. Salondakilerin seslerine hatta calan telefonlar bile konsantrasyonunu dağıtmadı. Oyunun akıcılığı, izleyiciyi sevk ettiği düşünceler, Cahit Sıtkı'nın yaşadığı bunalımlar, mutluluklar, iç kavgalar, rakının etkileri hepsi bir bir işlenmişti. İki saat boyunca hiç sıkılmadan şiirlerin her bir satırını tek tek zihnimden söyleyerek izledim. Hatta bir gün fırsatım olursa yine izlemek isterim. Ve böyle güzel bir tiyatroyu İzmir'e getirdiği için Hakan Tartan'a teşekkürler.



Şiir...
Şiirle ilk tanışmam ilk okul yıllarında okutulan Atatürk şiirleridir, sonrasında bıraktım...
Üniversite yıllarına geldiğimde yeniden tanıştım şiirle, mavi gözlü melek tanıştırmıştı şiirin içindeki güzel dünyayla. Bırakamadım sonrasında, bir şiir ateşi sardı içimi arkadaşlarımın da desteğiyle şiir dinletilerine katıldım hatta ilk sahne alışım en büyük rezil oluşumdur aslında ve şiir namına hatırladığım en güzel anısıdır hayatımın. Okuduğum şiir ise Cahit Sıtkı'dan 

Haydi Abbas!
Vakit tamam.
Akşam diyordun, işte oldu akşam,
Kur bakalım çilingir soframızı
Dinsin artık bu kalp ağrısı
Şu ağacın gölgesinde olsun 
Tam kenarında havuzun
Aya haber sal çıksın bu gece
Görünsün şöyle gönlümce
Bas kırbacı sihirli seccadeye
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana...
Katıp tozu dumana
Var git!

Böyle ferman etti Cahit!
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan.
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan...




Hala devam ederim bu arada şiire, okurum, paylaşırım, hatta bazen ses kaydını bile alırım ama sonra beğenmeyip silerim. Belki bir gün okumayı başarabilirsem, burada paylaşırım kayıtlarımı, bu arada unutmadan yukarıda ki videoda dinlediğiniz benim sesim. İlk dinleti provamızda kaydedildi. :-)

Herkese şiirli bir hafta sonu diliyorum...

27 Aralık 2013 Cuma

Eskiler...

Oldies...

Eski şarkılardan yine bir liste hazırladım mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışacağım merak ediyorum nasıl olacak o iş. Büyük ihtimal buradaki bir çok melodiye kulan aşinalığınız olacaktır. Yolda geçerken bir yerde çalıyordur, otobüste yanınızdaki çocuk bangır bangır dinliyordur ya da nostalji etiketiyle bir müzik kanalında görmüşsünüzdür.





Ne desem boş!

Gündemler ilgili bir yazı yamaya çalıştım, yaz yaz bir türlü sonunun gelmeyeceği kanaatine vardım ve vazgeçtim yazmaktan. Çünkü ben burada ne söylersem söyleyeyim boş, öyle boş insanlar var ki düşünce kavramından yoksun onlara laf anlatmaktansa, önce deveye hendek atlatır, sonra kutup ayısına çölde yaşamaya alıştırırım, daha sonra maymuna konuşmayı öğretir ve onunla daha kültürel bir alışveriş içinde olurum.

Allah herkesin ne hali varsa onu göstersin diyorum.

Kurunun yanında yaşların yanmasına üzülüyorum en çok...

İnsanlığın güç ve para hırsının limitlerinin olmadığını, her şeyi kendilerine istediklerini, kendi görüşleri, düşünceleri dışında başka insanlarında yaşamaması gerektiğini düşünenler var hala. Sonra bu insanlar birde demokrasiden bahsediyorlar. Boş veriyorum artık, alıştım. En kötüsü de bu zaten ilkel düşünce yapısına o kadar alışmışız ki, yepyeni bir fikri uygulamaya geçirmekte zorlanıyoruz.


Neyse fazla konuşmadan söylemek istediğim tek bir şey var, bize tamamen yepyeni bir siyasi düzen gelmeli. Demokrasi bize fazla geliyor ve tek adam diktatörlüğü(padişahlık) de hiç iç açıcı bir yönetim şekli değil. Belki Türk milletinin yapısına uygun benzersiz bir yönetim şekli bulunabilir siz ne düşünüyorsunuz?



24 Aralık 2013 Salı

Rüya kontrol

Lucid Dream!



Aranızda Inception(Başlangıç) filmini izlemeyen kaldı mı? Varsa bıraksın okumayı izlesin öyle gelsin. Nedeni ise bahsedeceğim konuyu en rahat şekilde o filmi izleyenler gözünde canlandırabileceklerdir.

Kısaca filmde adamımız Cobb(Leonardo DiCaprio) rüyalarını kontrol etmeyi bilen hatta belirli bir bağlantı sayesinde başkalarınında rüyalarını kontrol edebilen biridir. Bir gün bir iş teklifi alır ve macera başlar...



Rüyaların kontrol edilebildiğini ilk defa bir arkadaşımdan duymuştum, film çıkmadan bir süre öncesiydi sanırım. Kendini bu konuda gerekli araştırmaları yapmış ve kendi üzerinde çalışmaya başlamış. Her gün rüyaları hatırlamaya çalışma onları not alma falan hatırladığım başlangıç kısımlarıydı. Zamanla bilinç altını manipüle ederek rüyalarında çeşitli objelere odaklanma, onların yerini değiştirmeye çalışma gibi durumlardan söz etmişti. Aradan çok uzun zaman geçtiği için bazı olayları abartıyor olabilirim.

Ben rüyalarını hatırlamayan biri olarak, yani halk arasında rüya görmemek durumu ki rüya görmeden uyumak diye bir şeyin olmadığını kanıtlayan biliminsanları var. Rüyalarımı yönlendirmeye çalışmanın çok gereksiz olduğunu düşünüyordum ve hala öyle düşünüyorum. Lakin sonrasında yaptığım araştırmalarla bu konu üzerine aşırı kafa yoran ve rüyalarında yaşamayı bir amaç haline getiren insanlar varmış. Gerçek hayatta gerçekleştiremedikleri bir çok şeyi orada sadece düşünce gücüyle gerçekleştirebilme fikri gerçekten cazip bir öneri.

Kendim denemeye yeltenmediğim için ve niyetimde olmadığından, biraz araştırma yaparak olayın gerçeklik derecesini araştırabilir, kendiniz böyle bir şeyi deneyebilirsiniz. Eğer inglizce seviyeniz yeterli düzeyde ise World of Lucid Dreaming sitesinde ayrıntılı açıklamalar ve tekniklerden bahsediyor.

Siteler arasında gezinirken dikkatimi çeken bu site sonrasında rüyalarınızı kontrol edebileceğinizi öğrenmenin ilginizi çekeceğini düşündüm :-)

İyi uykular...
Ve dikkat edin rüyanın parçalanmasın!

23 Aralık 2013 Pazartesi

Gene mi hastayım ya!

Hasta olmak dünyanın en kötü durumu...
Sınavlar, quizler ve iş zamanında hasta olmak ise her şeyi daha güzel bir hale getiriyor. Bugün olan iki quizden sırf hiç bir şey düşünemediğim için çıktım. Yaptım bir şeyler ama hepsi yarım.


Han Solo gibiyim...


Baş ağrısı, yanına ateş, kafanın olduğundan daha büyük ve ağır gelmeye başlaması, boğazındaki o tarifsiz kaşıntı, nefesindeki minik kedi hırıltısı ve kulaklarındaki uğultu. Grip olmanın ilk semptomları ve üstüne zaten hali hazırda olan ve azıcık hastalanmamı bekleyen ARA hemen kendini belli ediyor. Minicik bir bakterinin sizin kalbinize böbreklerinize hatta beyninize yerleşip oraya kalıcı hasarlar bırakmasını düşünmek çok zor gibi görünse de yapabiliyormuş. Lise yıllarımdan kalan bu hastalık gölgeler içinde bekleyen sinsi bir katil gibi bekliyor, eh iğnelerden vazgeçmiş biri olarak da tek çözümüm aspirin!

Felix Holfman'a minnettarım bu ucuz ve en çok işe yarayan ilacı bulduğu için. Onun sayesinde biraz daha iyiyim şükür. Yeni yıla hasta girmek istemiyorum :S Umarım o zamana kadar yeniden çakı gibi olurum :)

Hasta olmanın tek avantajı can sıkıntısını gidermek için izlenen dizilerdir ve denk geldiğim hastalıkla ilgili bir sahneyi paylaşmak istedim :-)


22 Aralık 2013 Pazar

Half Life

Bilgisayar oyunlarınızla aranız nasıl?
Daha önce ilginiz hiç olmadıysa Half Life bir denemenizi tavsiye ederim. Benim ilk oyunum hatta hayatımı değiştiren bir oyun olduğunu söyleye bilirim. Bütün bunlar nereden mi aklıma geldi. Her Metro ve Tren kullandığım da aklımdan çıkmıyor ve gözümde canlanıyor.



İlk video oyunun giriş kısmı.
Burada ana karakterimiz Gordon Freeman dan bahsediyor ve çalıştığımız yerden. Bir deneysel fizik uzmanıyız ve çok önemli bir deney için çalıştığımız merkeze gidiyoruz. İlk defa fizik ile ilgilenmeye bu oyuna başladığımda karar vermiştim.




Deney sırasında bir şeyler ters gider ve dünya bir anda kaosun içine sürüklenir. Sonrasını oynadıkça öğreneceksiniz...

İkinci oyunda benzer bir şekilde başlıyor ve burada arındırılmış bir şehir olan City 17 ye gidiyoruz. Sonrasında eski dostlar ve yeni görevlerle oyun devam ediyor...




Ve son olarak vir türlü filmi yapılmamasına karşın fanları tarafından yapılan beğendiğim bir kısa filmi eklemezsem bu yazı asla tamamlanmaz.


Duvar resimleri

Gaziemir yolunda İzban ile yolculuk yaparken dikkatimi, tren yolu kenarındaki duvarlara boyanmış anlamsız ve pek bir şey ifade etmeyen, grafiti resimler çekti. Sadece boyamak için yapılmış yazılardan ibaretler bana göre, belki oradakileri birer sanat eseri gibi gören grafiti hayranları da olabilir. Fakat benim zevkime hitap etmedikleri kesin. 

Fakat dünya üzerinde bazı çalışmalar var ki insanı hayretler içinde bırakıyor...


Aşık oldum galiba <3


Parktaki telefon kutularını böyle boyayasım var :-)


İzmir'deki her kaldırım babası zaten böyle...


#OccupyHuman


Yaratıcılık


Gollum


Ayakkabı kutusu eksik!


Yorumsuz

20 Aralık 2013 Cuma

Her şeyin ortasında resim

Önümüzdeki hafta, yıl başından önceki, finallerden önceki hafta quizlerimizin haftası bütün hocalar istikrarlı bir şekilde aynı haftaya yerleştirmeyi nasıl beceriyorlarsa yapmışlar işte...

Bende ufaktan ufaktan ders notlarını temize çekmeye başladım, fakat yazımın kötülüğü beni yazmaktan soğutuyor, daha önce de denediğim gibi net üzerinden araştırma yaptım biraz nasıl el yazımı düzeltirim diye hep denediğim ve pek bir ilerleme kaydedemediğim için bıraktığım uygulamalar.

Eh biraz onlara baktıktan sonra karşıma çıkan resimlere bakmadan geçmem pek olası değil (ders çalışmak istemiyorum ya!) oralara bakarken yine benim resme olan ilgim ve yine bu konudaki beceriksizliğim aklıma geldi, arkadaş insan resim çizmekten aciz olabilir mi? Olur işte :D Onu da askıya aldım ama hep gözümün ucunda gerekli malzemeler duruyor belki çizmem için gereken ilham ve yetenek bir anda belirir diye...

Fakat bazı insanlarda gerçekten bu yetenek efsanevi boyutlarda bakalım siz ne düşünüyorsunuz?





14 Aralık 2013 Cumartesi

Eski hareketli parçalar

Yolda birinin arabasından dışarı duyulan bir müzik sesi vardı. Eskilerden bir yabancı parça, o zamanlar yabancı müzik karşıtıydım ama zamanla dinlemeye başladım. Lise yıllarında bu tepe noktasına ulaştı lakin hala o ortaokul sıralarında dinlemeye başladığım parçalar aklımda hatta ezberimde. 



Bakalım siz hangilerini hatırlıyorsunuz;



Arada kaynayan da bir çok şarkı olduğuna eminim ama gerek klipleriyle gerek sözleriyle ilk aklıma gelen liste böyle oluşuyor. Hepsini hatırladınız mı?


Ya bunu :-)


13 Aralık 2013 Cuma

Cümleyi tamamla mimi!



Sevgili Anarşi farklı bir mim paslamış ama ben biraz geç gördüm, görür görmez de cevaplarımı yapıştırayım cümleleri tamamlayayım dedim. Bakalım neler çıktı, unutmadan takipçilerimden bunu doldurmayan kim varsa cümleleri tamamlamakla mükelleftir. Blog yan gelip yatma yeri değil lütfen :-)


1- Elimden gelse dünyadaki iki ayaklı mahlukların hepsini güneş sistemi dışına yollardım.

2- Kendi kendimi kontrol etmekte gösterdiğim başarıyı, cesaret gereken bazı durumlarda da göstermeyi dilerdim... (Cüneyt Arkın gibi 100 adamın arasına atlarım da bir kızın gözlerine bakıp konuşamam :/ )
3- Beni en çok kaygılandıran şey aşırı iyimserliğim, bir gün feci bir şekilde patlayacak

4- Hayatımın en kötü anıları ayrılıklardır...

5- Yalnızken düşünceler alemine dalar hayaller kurarım

6- Nefret ettiğim durumlar insanların çirkefleşmeleri, yağ gibi üste çıkmaları ve özür dilemeyi bilmemeleri.

7- İşimi seviyorsam tutmayın beni, oradan ayrılmam bile :)

8- kadınlar/ erkekler/ erkekler ne istediğini çok iyi biliyor(Anarşi'ye yanıt :) ). kadınlar ne istediklerini bilmelerine rağmen istemedikleri şeylerle uğraşıyorlar...
9- Hayat insanı çok uğraştırıyor bea!

10 - Çocukken dünya çok daha büyük ve güzel bir yerdi.

11- Başkalarının zayıf tarafı düşmanım olmadıkları sürece bir şey ifade etmez.

12- Yalan söylemek erkeklerin yapmaması gereken bir fiil, yapamıyoruz çünkü :)

13- Her şey kötü gittiği zamanlar bir sitem yollarım Allah'a

14- Geceleri bir 'İyi geceler!' dileği alıyorsanız işte o zaman hayat çok güzel!

15- Başkalarına göre ben nasılım hiç bilmiyorum ama kendime göre sıkıcı, tuhaf, oyun delisi bahtsız bedevinin tekiyim.

16- Kurtulmak istediğim korku hiç bir korkum yok, korkularım sayesinde varlığımı sürdürüyorum.

17- Bazen düşünüyorum da sonra hemen vazgeçiyorum...

18- En çok utandığım şey hoşlandığım kızın karşısında saçmalamaya başlamam :(

19- Keşke ben orta çağda yaşasaydım.

20- Anlamıyorum neden insanlar insan gibi yaşamıyorlar...



Paskalya Adası

Paskalya Adası, dünyanın en ücra bölgelerinden birisidir. Sadece 390 km2 bir alanı kaplayan bu Pasifik adası, Güney Amerika’nın batı sahiline 3700 km, en yakın yaşanabilir adaya 2300 km uzaklıktadır.


Hollandalılar, adayı 1722 yılında ilk batılılar olarak ziyaret ettiklerinde, kulübelerde ve mağaralarda yaşayan, sürekli savaş halinde olan ve Ada’daki besin kaynaklarının yetersizliği yüzünden umutsuzca yamyamlığa yönelen 3000 kişilik ilkel bir toplum buldular. Avrupalı ziyaretçileri en fazla şaşırtan ve ilgilendiren olay ise, bütün bu sefalet ve barbarlığın arasında, bir dönemin gösterişli ve gelişmiş bir toplumuna ait, Ada’nın çeşitli yerlerinde yükseklikleri altı metreyi aşan 600′ den fazla yekpare taş anıt olmasıydı. Toplumsal açıdan gelişmiş ve teknolojik açıdan karmaşık bir iş olan heykellerin yontulması, taşocaklarından başka yerlere taşınması ve dikilmesinin bu ilkel toplum tarafından gerçekleştirilmiş olması olanaksız görünüyordu.

Paskalya Adası’nın geçmişi, kayıp uygarlıklarla ya da gizemli bilgilerle dolu bir tarih değildir. Bu tarih insanın çevreye olan bağımlığını ve bu çevreyi düzeltilemeyecek biçimde bozmasının sonuçlarını gösteren çarpıcı bir örnektir.

MS 5. yüzyılda adaya batıdan 20–30 Polinezyalı göçmen geldi. Adanın çok zengin olmayan bir bitki örtüsü vardı ve hiç memeli hayvan yoktu. Evcil hayvanları tavuk ve Polinezya faresinden ibaretti; temel ekinleri tatlı patatesti. Yeterli derecede besleyici olmasına karşın tek düze seyreden bir beslenme biçiminin tek yararı, tatlı patates ekiminin zor olmaması nedeniyle başka etkinliklere ayıracak zamanlarının kalmasıydı. Temel toplumsal birimler geniş ailelerden oluşan, aralarında her konuda rekabet olan klanlardı ve her klanın kendine ait tören alanları vardı.

Buralarda ahu denilen dev heykellerin dikildiği atalara tapınma platformları vardı. Bu heykeller bir taş ocağında yapılıyordu ve daha sonra adanın değişik yerlerindeki tören alanlarına, yük hayvanları olmadığı için ağaç gövdeleri kızak olarak kullanılıp insan gücüyle götürülmek zorundaydı. 1550 yılında ada nüfusu 7000 kişiyle doruk noktasına ulaşmıştı. Zamanla klan sayıları artmış yüzlerce ahu ve 600’den fazla dev taş heykel vardı. Sonra bu uygarlık birdenbire yıkıldı.




Taş ocağında yarım bırakılmış heykeller kaldı. Bu yıkımın nedeni, Paskalya Adası’ndaki “gizemi” çözmenin anahtarı, bütün adanın ormansızlaşmasının getirdiği çevresel bozulmaydı: Göçmenler adaya ilk geldiğinde adada büyük ormanlar vardı. Nüfus arttıkça, tarım alanı açmak, ısınma ve yemek pişirme, ev aletleri, direkler ve sazdan ev yapımı için malzeme elde etmek ve balık avlayabilmek için tekne yapmak amacıyla ağaçlar kesilmeye başlandı: En çok da kızak yapımı için kesiliyordu. 1600 yılında ada tamamen çıplak kalmıştı. Heykel yapımı durdu. Ev yapılamadığı için mağaralarda yaşamaya başladılar. Artık tekne yapamadıkları için balık avlayamıyorlardı ve uzun yolculuklara çıkamıyorlardı. Erozyon topraklarını zayıflattığından yiyecek üretiminde ciddi sıkıntı yaşıyorlardı. 7000 kişiyi beslemek olanaksız hale geldi ve nüfus hızla azalmaya başladı. Dünyanın bu ücra köşesinde kapana kısılan ada halkı azalan kaynaklar üzerindeki tartışmalar sonucu neredeyse sürekli savaş halindeydi. Kölelik arttı ve alınabilecek protein miktarı düştükçe yamyamlık yaygınlaştı. Savaşların temel amacı rakip klanın ahularını yıkmaktı. 1830′larda neredeyse bu dev heykellerin tamamı yıkıldı.

Adaya gelen ziyaretçiler bu heykellerin nasıl taşındığını sorduklarında adanın ilkel sakinleri, atalarının neler yaptığını artık hatırlamıyordu; yalnızca, bu dev figürlerin adanın öteki tarafından ‘yürüyerek’ geldiğini söyleyebildiler.

Dünyanın öteki bölgelerinden neredeyse tamamen kopmuş olduklarını bilen Paskalya halkı, varlıklarının bu küçük adadaki sınırlı kaynaklara bağlı olduğunu anlamış olmalıydı. Taşocağının yakınında tamamlanmamış birçok heykel bulunması adada ne kadar ağaç kaldığının hiç düşünülmediğini, artan nüfusun ve ada halkının kültürel hırslarının, ellerindeki kaynaklardan çok güçlü olduğunu akla getirmektedir.




Dünyamızda var olan kaynaklar, gelişen toplum düzeyimizi koruyacak ve ihtiyaçlarımızı karşılayacak sonsuzlukta değildir. Paskalya Adası halkı, kısıtlı kaynaklarını tükettiğinde adeta adaya mahkûm olmuş ve kaderinden kaçamamıştır. Bizim de yaşadığımız dünya dışında kaçacak yerimiz yoktur. İnsan türü olarak varlığımızı sürdürdüğümüz bu dünyada, elimizdeki kaynakları tüketmeyecek yaşam tarzını bulmak zorundayız. Aksi takdirde Paskalya Adası halkının tarihi dünya toplumlarının tarihi olacaktır”.

Not: Adayı ilk kez Hollandalı kâşif Jacob Roggeven (1659–1729) 6 Nisan 1722’de bulur. Anılarında adayı: "Adada çırılçıplak yerliler ve sarkık kulaklı sivri burunlu heykellerinden başka bir şey yoktu"  diye tanımlar. Günümüzde adanın ihtişamlı günlerinden geriye, sadece 600 kadar, bazıları yıkık volkanik heykeller ve 15 adet odun üzerine yazılmış ve hâlâ çözülememiş tablet yazılar kalmıştır.

Kaynak: Clive Ponting, Dünyanın Yeşil Tarihi – Çevre ve Uygarlıkların Çöküşü, Çeviren: Ayşe Başcı-Sander,Sabancı Üniversitesi Yayınevi,s.1-7, 2000. Özgün Basım: A Green History of The World – The Environment and The Collapse of Great Civilizations,Penguin Books, 1991.
(Açık Öğretim Fakültesi, Çevre Sorunları ve Politikaları kitabından alınmıştır, Resimler ayrıca eklenmiştir.)


Yol şarkıları



Benim okul yolu biraz uzun, otobüste de insanı düşüncelere daldıracak etkenlerden bolca bulunuyor... 
Ve düşüncelere eşlik eden müziklerin güzelliği ise ruhunuzu parlatıyor.
Ne düşünürsünüz bilmiyorum ama alın size yabancı şarkılardan oluşan bir yol şarkıları albümü;









12 Aralık 2013 Perşembe

Erasmus

Çok yoğun bir hafta sonu beni beklemekte, sınavlar sınavlar sınavlar... Buna ek olarak yine sınavlar ve mülakatlar. Yani zor geçecek iki gün olacak cumartesi pazar. Hobbit filminin tam bu hengame arasında gelmesi ise hiç güzel olmadı... Önümüzdeki hafta içi bir gün izlemek zorunda kaldık artık yapacak fazla bir şey yok.

Bu arada daha önce bahsetmiş miydim bilmiyorum, önümüzdeki yıl için erasmus programına başvuracaktım. Bugün bütün dosyalarım hazır başvuru için gereken son imzayı almaya koordinatör hocamızın yanına gidiyordum ve bir isteksizlik başladı başvuru konusunda ayakların tersine gitmek ister ya! İşte öyle bir durum söz konusuydu.
Kapıya kadar gittim ama hala bir isteksizlik vazgeçme iç güdüsü kapıyı tıklattım tam içeri gireceğim ki kapı kapalı. Hocamız yerinde yok. İsabet oldu diye içimden geçirdim ve geri döndüm, beraber gitmeyi düşündüğümüz arkadaşım ne oldu yaptın mı başvuruyu diye sordu. Vazgeçtiğimi belirttim! Nedenini çok merak etti ama ben bile pek emin değilim neden vazgeçtiğimden. Ayrılmadan vatan özlemi tuttu heralde :D
Umarım kararını değiştirirsin diyerek pek üstelemedi ama cuma günü son günü olan başvuruların uzadığını da ekledi karar değiştirirsem diye.

Düşününce baş vuran diğer üç kızın yanına tek erkek pek uymuyordum :)
Birde Polonya falan olunca gidilecek ülke dersler hak getire olacaktı en iyisi oldu sanırım. Belki bir sonraki başvurulara isteğim geri gelir kim bilir ki?



Kendinize iyi bakın pıtırcıklar... :-)

9 Aralık 2013 Pazartesi

Hayal olan...

Yanımda yürüyorsun
Gözlerin gözlerime değiyor
Varlığın ruhumu aydınlatıyor
İçimi ısıtıyorsun
Elimi uzatıyorum
Ellerimiz kavuşmuyor
Bir an yanımdaken
Bir anda uzaklardasın....






4 Aralık 2013 Çarşamba

Gözler

Dakikalar saatleri, saatler günleri, günler ayları...
Sürekli bir kovalamaca halinde ilerliyordu zaman.
Yaşam akıp gidiyordu, bir ömür bitiyordu!
Aslında sadece bir andı yaşanan
Hiç kimsenin bilmediği belki
Herkesin hatıralarına kazınmış bir anıydı...
.......
...


Dizelerini okuyordu yanındaki kadife sesli bir bayan, sesinin o titreşiminin verdiği huzuru daha önce hiç bir yerde bulamamıştı saçlarına aklar düşmeye başlamış kırklı yaşların ortasındaki uzun boylu adam. Ve aklına o eski hatıralar canlanmaya başladı gençlik yıllarına ait anılar....
Lise yıllarından beri takip ettiği bir kız vardı, pek güzel denemezdi aslında fakat onu gördüğü an dizlerinin bağı çözülür, konuştuğu konuyu unutur uzaklara dalıp giderdi. Arkadaşları arasında artık bir alay konusu olmaya başlamıştı onun için bu durum, kendisini durduramıyordu yinede hızlı atan kalbi, terleyen elleri, pembeleşen yanakları ile bir mecnundan farkı yoktu genç oğlanın. Kız mahalledeki bir pastahanede çalışmaya başlamıştı liseden sonra o üniversiteye giderken fakat hala içinde o konuşacak cesareti bulamıyordu. En mutlu günü en kötü gününe dönüşmüştü diplomasını alırken öğrenmişti ki beyninde bir tümör vardı ve görüşünü kaybetmesine az kalmıştı. Son bir kez hoşlandığı o güzel kızı görmeye gitti ameliyatından önce bir daha göremezse diye o bal rengi dalgalı uzun saçları, gök mavisi büyük gözleri aklına kazımak için uzaktan hiç tam olarak seçememişti ama ince narin elleri olduğu barizdi kırmızı giyinmeyi seven zarif açık tenli kızın. Ve hep o son görüntü aklındaydı adamın. Görme yetisini kaybettikten kısa bir zaman sonra şimdi şiiri okuyan hanımla evlenmişti. Şehrin kalabalık bir yerinde karşıdan karşıya geçerken kadife sesli bayan yardım etmiş ve onu gideceği yere kadar bırakmıştı. Yine tekrarlanan benzer bir karşılaşmadan sonra arkadaş olmuşlar sonrasında ise hayatlarını birleştirmeye karar vermişlerdi.



Şiire ara verip yanındaki kır saçlı adama baktı, gözleri gök mavisi, güzel kadın. Artık orta yaşın verdiği yaşlılık alametleri yüzünde kırışıklıklar ile başlamıştı. Yine de yaşıtlarından daha güzel olduğunun farkındaydı ve o eskiden kendini çirkin sandığı günlerin pişmanlığında... Yanında ki adama bakıp o lise günlerini, onu gördüğün an nasıl koşarak kaçtığını anımsadı birden, gülümsedi. Çok iseterdi halbuki o yakışıklı çocuğun kendisinin farkına varmasını kalbindeki o masum aşka cevap vermesini fakat hiç olmadı çocuğun kalbi sanki başkasındaydı, onunla hiç ilgilenmiyordu. Lise sonrasında pastahanede çalıştığı zamanlarda hep dükkanın önünden geçer bir kez olsun içeri bakmazdı. Lakin o çocuğa bakarken kaç tabak kırmıştı kim bilir... Sonrasında çocuğu görmez olmuştu, oda küçük bir kitapçı açmıştı hep hayal ettiği gibi biriktirdiği ücretleriyle. Bir gün işe giderken görmüştü o yakışıklı oğlanı içindeki bir deli cesaretiyle belkide kalbinin o hızlı atışlarının verdiği heyecanla atladı adamın önüne ve fark etti ki o uzun boylu yakışıklı adam onu hiç göremeyecek. Yinede onu bulmuştu artık bir daha kaybetmek istemiyordu, ona yardım etmek istedi ve böyle başladı ilk konuşmaları. Bir gün kendi kitapçısına davet etmişti, önce arkadaşlıkları başladı kitaplar aracılığıyla sonra da evlendiler. Kurduğu bir hayal, diğer bir hayalinin gerçekleşmesine yardımcı olmuştu aslında fakat hep aklında o yeşil gözlerin kendi mavi gözlerine değmesini beklediği günün özlemi vardı hiç gerçekleşmeyecek olan...



******

Umarım mini hikayeyi beğenmişinizdir,
Işığın parıltısı hep üzerinizde olsun, esenlikler dilerim :-)

3 Aralık 2013 Salı

Olaylar!

Sınavlar yarın son buluyor...
Üzüldüğümü söyleyebilirim, oradan "insan sınavlarının bitmesine üzülür mü? " sitemlerini duyar gibiyim. Üzülme sebebim ise yine tamamen boş olacağım, oyun oynamak bile o kadar zevkli olmayacak.

Bu sınav dönemi umduğum gibi çok zor geçmedi açıkçası özellikle de sınavdan önceki günlerimi oyunla, diziyle, filmlerle sına öncesi dakikalarımı da geyikle geçirdiğim düşünülürse. Sonuçlar teker teker gelirken iki ders biraz kötü görünüyor ama halledilemeyecek bir durum değil, çünkü açıklanan her bir not sınıftakiler tarafından öldürülmem için bir sebep oluyor. Sanki boş kağıt versem 50 alacakmışım gibi sınav sonuçları geliyor bende şaşırıyorum, eski üniversitemde 50 almak bir mucizeydi!

Fakat sınavlar olmayınca kendimi bir boşlukta buluyorum, oyunlar zevk vermiyor, dizilere devam ama eski tadı yok :)
Ve en kötüsü ise kafa boş kalıyor, o ise bütün olayların en kötüsü! Çünkü sürekli çalışıyor, hayaller kuruyor, bilim kurgu yazarı gibi tuhaf şeyler üretiyor ama hiç birini sizlerle paylaşacak kadar uzun süre hafızada depolamıyor hepsi kayıp gidiyor.

Hafta sonlarını eğitim dolduruyor olsa da hafta içleri okuldan kalan zaman fazla sıkıcı geliyor, sanırım koşuşturmacaya alıştıktan sonra nefes alacak bir saat bile insana fazla geliyor.

Olsun artık kış sezonu da başladığına ve vizyona yeni filmler geleceğine göre sinemalar, tiyatrolar ve akşam konserler vaktimin bir kısmını doldurmama yardım edecektir diye düşünüyorum fakat sizin bir öneriniz var ise seve seve dinlerim ^.^


İşte fazla kurmak :D



O.O