30 Kasım 2014 Pazar

On Air! İlk Radyo yayınım!

Uzun zamandır yapmak istediğim bir çalışmaydı. Kendi radyo yayınımı yapmak!




Bugün aniden gerçekleştirmek dürtüsünü içimde hissettim ve bir iki başarısız denemeden sonra başarılı bir şekilde yayına başladım.

Eh daha acemiyim ve her şeyi düzgün bir şekilde ayarlayamadım ama canlı yayın kısmı ve şarkıların çalınmasında sıkıntı yok şimdilik. sadece geçişler sırasında netteki geçikme süresi yayında saniyelik aralıklara sebep oluyor.


İlerleyen günlerde daha iyi bir performans ve daha önceden kararlaştırdığım listeler, sohbet konuları ve bilgilerle akşam saatlerinde canlı yayınıma bekliyorum. ;-)



Dreamerast

Adresinden dinleyebilirsiniz. Günün ne zamanları yayın yapacağım tam olarak belli değil ama akşam saatlerinde yayında olacağıma emin olabilirsiniz :-)

İyi dinlemeler. Bir öneriniz veya isteğiniz varsa hemen haberdar edin lütfen bakalım yayınımı ve müzik tarzımı beğenecek misiniz?

22 Kasım 2014 Cumartesi

Kanka!

Sanırım dünyada en çok nefret edeceğim giriş cümlesi "Kanka naber ya!"  çünkü bu kelime artık bana "Senden bir şey isteyeceğim ama direk istemeyeyim" demek.

İnsanlar nedense sadece bir ihtiyacı olduğunda sizi hatırlıyorlar. Onlara istediklerini verin sonra bir daha yeni bir isteğe kadar sizi hatırlamazlar bile. Özellikle ders notu, sınav sorusu, rapor yazımı, kopya paylaşımı gibi konularda milletin en iyi "kanka"sısınız. İki yüzlülüğün bu kadarı...

Gerçi diğer arkadaşlıklarda farklı değil, sadece insanlar yalnız hissettiklerinde yanlarında biri olsun diye arıyorlar. Yalnızlıklarını gidermek için. Evet belki arkadaşlık karşısındakinin hep yanında olmaktır fakat insanlar kendi mutlu zamanlarında sizi aramıyorsa, sizin yalnız olduğunuz anlarda yanınızda olmuyorsa, siz onların dertlerini dinlerken onlar sizinkilerle ilgilenmiyorsa işte burada büyük bir sorun var ama arkadaşlıktan söz edilemez.

Bende yapıyorumdur büyük ihtimalle benzer şeyleri o yüzden fazla üstünde durmuyorum...


Bu aralar dilimdeki şarkılar aşağıda ve sanırım ruh halimi yansıtıyorlar!











19 Kasım 2014 Çarşamba

İstediğin Aşksa Ayrılma Vakti Geçeli Çok Oldu

Yalnızlık kimilerinin tercihi, kimilerinin ise mecburiyetidir.

Ben kendimin hangi kısımda olduğunu bir türlü bulamıyorum. Çözmeye çok çalıştım, üzerine çok ama çok düşündüm fakat her hangi bir gelişme olmadı maalesef.


Fakat olmayacak kişileri, yani hep kalp kırıklıkları ile dolu cesur kızları seçmekte hep başarılı olmuşumdur. Lakin hep unuttuğum bir nokta vardır ki benim bir başkasını unutturacak kadar üstün bir yeteneğim, kabiliyetim veya bir özelliği yok. Standart bir türk erkeği olduğumu rahatlıkla söyleyebilir hatta yanına azıcık nerdlük ekleyebilirim. İşte ben buyum! Taa taaa!


Şimdi buradan sevgili arayan duygusal erkeğe bak modu çıkmasın, Duygusalım ama sevgili arayışında değilim, Benim ağzım, dilim yandı o sevdadan yeterince ve yetti.


Aradığım tek şey anlama kapasitesine sahip, bir arkadaş, belki bir yol gösterici, mentor ve iyi vakit geçirebileceğim bir insan. Yani birinin bana katlanması lazım... Ben senden hoşlandım dediğim de aferin iyi b.k yedin ama o hislerin gerçek değil sadece senin yanında olduğum için öyle hissettin diyen bir arkadaş lazım. Sonra düşününce bir kızdan böylesine bir arkadaşlık ve olgunluk beklemek saçma geliyor tabi ki... Kabahat bendenizde!

Tek bildiğim şey Barney'in Playbook'unda olduğu gibi belirli taktikler uygulanarak bir çok kızın tavlanabileceği ama bu bana iki yüzlülük gibi geliyor ve bööylesine önemli bir konuda rol yapmak biraz tiksindirici bir durum ki bir çok erkek bunu yapıyor ve yapmamı tavsiye ediyor. Üzgünüm ama böyle bir şeye girişmem çok zor.


Zaten sonunu göremediğim bir sevdaya başlamak benim işim değil, çünkü başka biri sizle ilgili planlar yaparken yarın ben bundan ayrılırım şununla takılırım mantığı ...... lıktır. Hiç kimsenin bir başkasının rengarenk dünyasını siyah beyaz yapma hakkı yoktur. İşte bu yüzden tebrik ediyorum herkesi çünkü gökkuşağına sahip bir dünya bırakmamış kimse...






Bu Mudur? Nil Karaibrahimgil

17 Kasım 2014 Pazartesi

İlişkiler ve ben

Yazmasam olmayacak, çünkü burasıda benim deşarj olma yerim.

Bugün üç farklı arkadaşımdan ilişki durumlarını dinledim, herkesin sorunu tabi ki farklı ve bunlardan burada bahsedecek değilim. Fakat onların sorunları bile bende bir özlem uyandırıyor... 



Düşünün tamamen boş hiç bir ilişkisi olmayan biri olarak birinin kavgası bana "Keşke sevgilim olsa da kavga etsem" diye düşündürüyorsa ortada büyük bir sorun var demek :D

Açıkçası karşımdaki birinden ne beklemeliyim bende bilmiyorum. Arkadaşların akıl danışmak için bana başvurması ise bir o kadar komiğime gidiyor. Çünkü ben o işlerden hiç anlamıyorum bea! Hep bahsederim ben öyle cool bir adam değilim, son iki yıla kadar hep aklımda biri olur onu sever platonik takılır, sonra da onuda batırır elime yüzüme bulaştırırdım. Artık aklıma biri bile girmiyor, çünkü olacakları biliyorum. 

İşte bir gün benim olasılık hesaplarımı altüst eden birisi karşıma çıkarsa aşık olurum. 




Daha önce yaşadığım iki olayı aşk yanılgısı olarak isimlendiriyorum artık çünkü aşık olduğun insandan vazgeçemez, kalbinin bir yerinde saklarsın. Benim o zaman hissettiklerim aşk gibiydi belki ama tamamen zihnimde gerçekleşen hikaye kurgusuydu. 

Herkes karşısında belirli özellikler aramakta eh benimde istediğim özellikler var tabi;

Şu kitapları okusun, şu filmleri beğensin, şu dizlere bayılsın, onu sevsin şunu yapsın falan ama sonra düşününce onları ben zaten yapıyorum. Niye kendimle beraber olayım ki? Onun yerine tam tersi aktivitelerden zevk alan biri olmalı ki birbirimizin dünyasını genişletip hayatlarımıza renk katabilmeliyiz.

Güzellik, görecelidir. Bana göre güzel olsun ve yanıma yakışsın yeter derim hep o yüzden öyle kalsın. 

Sevsin, zaten sevmeyince olmaz bu işler. :D

Birlikte geçirebileceğimiz vakit oluşturabilsin. Sanırım en önemlisi bu birbirimize zaman ayıramıyorsak beraber olmanın ne anlamı var ki?


Bunları düşündükten sonra olmayacağını biliyorum zaten, çünkü benim sevgim dibime çökmüş. Şöyle çalkalayıp, ters düz etmeli. Ayran değilim belki ama ona benzer bir haldeyim sanırım.



Bugün sınav haşırttıbılakbord! olduğu için nette gezindim biraz ve onedio da yazılan Olgun kadın ve Şımarık kız hakkında bir yazıya denk geldim.Güzel yazmışlar. Şöyle baktığımda son günlerde tek bir kişi şaşırtmıştı beni o yüzden de hoşlanmıştım zaten ondan ve yazıyı okuyunca fark ettim ki yaşına göre olgunluğundan hoşlanmışım. Eh benim birinden anlık hoşlanmam bile batırmama yettiği için o işi de başarıyla batırdım. :D




Pff! Keşke bende beni anlayan veya derdimi anlatabileceğim biriyle konuşabilsem... İyi gelirdi ha!


Neyse sonra görüşürüz, daha 6 vize beni bekler O.O

16 Kasım 2014 Pazar

Affetmek ve Kale!

Affetmek! Herkesi affedebilirsiniz... Hatta size karşı en büyük kazıkları atmış insanı, sizi en ummadığınız anda sırtınızdan hançerleyen kişiyi, Kötü sözlerle ruhunuzu yaralamış bir ruhsuzu bile belki...



Fakat insanoğlu kendini asla affetmez. İçinde bir yerlere atar, hiç olmamış gibi davranır, yaptıklarını unutmak ister ama onlar hep bir yerde karşısına çıkar. Vicdandır belkide bizim hatalarımızı unutmamamızı sağlayan! Eski Mısır inanışında ölen insanlar Ma'at gözetiminde Osiris'in mahkemesine çıkarılırdı ve terazide ölenin kalbinin karşısına bir tüy konulur. Kalbin ağırlığına göre iyi veya kötü biri olduğu anlaşılırdı.

İşte kalbin ağırlığına, vicdanın ağırlığı diyorum. İnsanın kalbi rahatsa yaptıklarından, hiç bir pişmanlığı yoksa ruhu özgürdür, lakin en ufak bir pişmanlık terazinin yanlış tarafında ağır basar.


Biz kendi cehennemimizi içimizde taşıyoruz aslında, gittiğimiz her yerde. Attığımız her adımda karşımızda beliriyor ve bu beliren ise bizim en büyük korkumuzdan başka bir şey değil halbuki! Yaşanmış acı olayların yaşanmasını engellemek amaçlı kendi kalemizi savunmaya çekilmemiz. En iyi okçulara sahip bir savunmamız olsa dahi, topu keşfetmiş olan bir başkası gelip o kaleyi yerle bir edip, içindeki bütün ganimeti yağmalayabiliyor. Kalpler de zaten böyle kırılmıyor mu?

Yıkıntıların içinden kurtulanlar kaleyi yeniden inşa etmeye çalıştıklarında ise tarih sadece tekerrürden ibaret oluyor...




Tabi ki diğer en büyük yanlışımız, kabusumuz kendi kendimize verdiğimiz sözleri tutmamamız. O hayaller, yapılan listeler, amaçlar teker teker silinip insanın bütün ilerleme hedefi kendi zihninden çıkarıldığında ve bunu yapan düşmanın kişinin kendisi olduğu fark ettiği anda tüm enerjisi damarlarından çekilip kader denilen ve hiç bir gerçekliği olmayan bir hikayeyi kendilerine benimsedikleri an insan kendini öldürüyor. Kendi idamına gönüllü olarak gidip, giyotinin altına başını koyuyor. İşte o andan sonra insanın ruhu için yapılacak hiç bir şey kalmamıştır.


Unutmamak lazım ki! Bir insana kendisi istemediği sürece yardım edemezsiniz. Öyle birini tanıyorsanız uğraşmayı bırakın. Çünkü siz de kendinizi bir kalede savunmaya çekilmiş ve giyotinin ipini elinizde tutuyor bulabilirsiniz.


14 Kasım 2014 Cuma

İçimizde Bir Yer

İlk defa Ahmet Altan'ın bir kitabını okudum. Nedendir bilmiyorum ama adama karşı hep bir antipatim olmuştur. Kitaplığımda elimi attığım yerden onun kitabı çıktı, yıllar önce aldığım bir kişisel gelişim dergisinin bir armağanı." İçimizde Bir Yer " kitabın ismi ve açıkçası kendimi okudum diyebilirim bir çok yazıda.


İnsanın içindeki çalkantıları, karşı cinsle olan ilişkileri sade ve akıcı bir dille yazmış. Her bir hikaye farklı bir noktaya, farklı bir hissiyata değinmiş kitapta. Yazılarda kullandığı örneklemeler ve olaylar sanki birer yaşanmışlık uyandırıyor gizli, kilitli kutuların içinden hiç çıkmamasını istediğimiz türden olanlardan hemde.


Kitabı bitireli bir buçuk hafta oluyor, şöyle düşündüğümde hayatımı okuduklarım, arkadaşlarımdan dinlediklerim, haberlerden gördüklerim o kadar çok etkiliyor ki! Aynı bir falcının size geleceği söylemesi gibi onun size anlattıklarına o kadar çok kafa yorarsınız, kendinizi öyle bir manipüle edersiniz ki olaylar o yönde ilerler ve onun söylediklerinin gerçek olduğuna inanırsınız.

Her şey bu yönde ilerliyor aslında, arkadaşlarınızdan biri yanınızda hoş bir kız görünce hemen manipülasyona başlar, Siz hiç aklınızda yokken bir anda bir şeyler hissedersiniz ve puff. Her şeyin rengi değişir, hiç bir şey eskisi gibi olmaz...




Kendi düşüncelerimi hep koruma isteğim hep burada başlıyor aslında, insanları dinlemeyi çok sever, akıl vermekten kaçınmaya çalışırım, çünkü kendimde olmayan şeyi veremem ki olsa bile ben sadece olayı kendi açımdan düşünerek yorumlaya bilirim, senin için durumlar bambaşka bir boyutta olabilir. Lakin insanlar bunu hiç anlamıyorlar ve sürekli kendi dünyalarını kontrol altına almaya çalışırken başka dünyaların dengesini bozduklarının farkına varmıyorlar.

Bugün tam sinema havası var aslında Interstellar'ı çok merak ediyorum, ama yalnız başıma sinemaya gitmekten pek hoşlandığım söylenemez. Var olan Companion'u mu da kaybettiğime göre yaşasın sıkıcı ders...

7 Kasım 2014 Cuma

Uzak uzak bir yolda!

O kadar yazasım vardı. Kaçtı gitti!



Bizim servis yolu uzun bir zaman alıyor. Kendi iç dünyana o kadar çok gömülebiliyorsun ki, içinden çıkamıyorsun bile bazen. Kendimi dağlardaki tapınaklarda inzivaya çekilmiş keşişler gibi hissediyorum yol sürelerinde.

Aslında diziler, müzik ve kitap benim hep yanımda dostum oluyorlar. Fakat hiç biri bir insanla yapılacak olan sıcak sohbetin yerini tutamaz.

Yalnızlığı severim aslında, yalnız büyüdüm, yalnızım. Yalnızlığa o kadar çok alışmışım ki, bir insanla nasıl vakit geçireceğim, konuşacağımı bilmiyorum. Bu durumdan hep yakınırım, hiç yardımcı olabilecek birini bulamadım. Aslında konuşanlar var, vakit geçirmeye çalışanlarda var, lakin hiç kimse istediğim şekilde bunları yapmıyor.


Dinlemekten anladığım tek şey insanların sorunları hiç bitmiyor. Çünkü kulaklarıma gelen sözcükler hiç eksik olmuyor. Sanırım benim için mutluluk derin bir sessizlik, derin ama paylaşılan bir sessizlik!
Kafanı kafasına koyup gözlerini kapattığında içinde duyduğun huzur ve mutluluk.

Eh tabi ki de bunları sevgilimle yapmayı istiyorum. Çünkü sevgilimin beni anlamasını istiyorum. Hatta beni anlayacak birini aramaya kendimi o kadar kaptırmışım ki, zamanın geçişiyle o kadar sabırsızlaşmışım ki, yoldan geçen her dikkatimi çeken kızı durdurup gözlerinin içine bakıp"Sen o musun?" diye sormak istiyorum. Zaten hiç bir şekilde o olup olmadığını anlamayacağımdır büyük ihtimalle.

Aşk konusunda tam bir malımdır çünkü, hatta en katıksızından. Hatta hoşlandığım gibi yaptığım saçmalıklar yüzünden bir çok iyi arkadaş kaybetmişimdir. Sanki evren beni saçmalık yap der gibi dürtükler hep! Başarırım da! Jar Jar Binks gibi iyi bir şey yapayım derken olayı batırırım. O batıra batıra olayı çözebiliyorken ben sıvama yaparım. Bir tüy dikmediğim kalır üzerine ki onuda yapmışımdır belki hiç bilmeden.




Güç hiç bir zaman benimle olmadı ama belki sizinle olur! İyi akşamlar :-)

5 Kasım 2014 Çarşamba

Sevme Dersi

Sevmek!


Kelime olarak ne kadar basit bir oluşum aslında. Fakat iş o kelimenin anlamına gelince dünyalar değişiyor, zaman duruyor, evrenler parçalanıyor ve bu durum kişiden kişiye göre değişiyor. Kimisi için bir çok anlam ifade ederken diğeri için bir hiç, bir başkası ise sevmek deyince sadece geçmişin yaşanmışlıkların da kaybolup gidiyor. Sadece gelecekteki sevmek eylemini de düşünenler çıkıyor arada.

Kimse anı sevmiyor, o anda sevmesi gerekeni sevmiyor. Sadece arada bilinçsizce sıkışmışlık var kalplerimizde. Ölü Ozanlar Derneğinde 'Carpe Diem!' diye söylüyordu, 'Anı Yakalamak!' anlamına geliyordu o sözcük ve maalesef bizim hiç bir zaman yapamadığımız bir olgu.


Arkadaşlarım bazen sevili edinmem yönünde söylemlerde bulunurlar, ah eskiden olsa bende çok isterdim zaten... Son yıllarda anladım ki ben birisiyle tanışma, buluşma ve çıkma olaylarını anlamıyorum. Yapamıyorum, beceremiyorum, elimden gelmiyor sanki! Artık olay öyle bir korku kısmına girmiş ki bir yanlış yapsam anında topuklarım gibi hissediyorum.

Farkına vardığım da tam bu durum işte anı yaşamayıp, yapacaklarımın üzerine aşırı odaklanıp bütün büyüyü bozmak. Hatta o kadar kayboluyorum ki bazen hiç konuşmadığımı fark ediyorum. Ve o güzel geçen zamanların ardında bir başıma kaldığımda Erol Evgin'in şarkısında söylediği gibi 'Seni düşündüm dün akşam yine, sonsuz bir umut doldu içime. Birde kendimi düşündüm sonra bir garip duygu çöktü omzuma.' dizeleri geliyor. İşte öyle bir şey! diyerek ne mutlu ne mutsuz arafta kalmış duruyorum.



Hoşlandığıma  hep her şeyi itiraf edip bu gönül yükünden kurtulma eğilimim vardır benim, nasılsa batıracağım ya yap kurtul mantığı sanırım. İşte bu yüzden hep istemişimdir bir 'Introduction to Fall in Love 101' başlıklı bir ders olsa ve alsam. Olsa ne güzel olurdu hani :-)




1 Kasım 2014 Cumartesi

Yazı ve Konuşma

Yazarların neler hissettiğini daha iyi anlıyorum. Konuşmak başka bir şey yazmak ise bambaşka... Her ikisi de insanın kendini ifade etme yöntemlerinden biri gibi görünüyor olsa da hatta hitap ettikleri kişileri etkilemede bir fark görünmese bile, tamamen farklı dünyalar olduğunun altını çizmek isterim.

Arkadaşlarım ara sıra takılırlar sen niye tiyatro oynamıyorsun, radyoda falan çalışmayı düşünmedin mi diye sesim güzelmiş güya, ben ise sesimi yetersiz, hatta güçsüz bulurum. Mesela Haluk Bilginer'i dinlediğimde, Rutkay Aziz'in konuşmasında hissettiklerimi kendimi mi dinlerken hissedemiyorum. Zaten başta konuşmayı bildiğimi söyleyemem, çünkü kendimi ifade etmede pek iyi değilim konuşurken, belli bir zaman sonra kendimi ifade etmek için çırpınırken saçmalamaya geçerim. İşte bu yüzden konuşmak yerine dinlemeyi severim insanları, hele sohbeti de hoş biriyse bütün gün dinleyebilirim. Çünkü konuşma bir insanın anlatacak bir şeyi, paylaşacak hikayesi varsa güzel ki böyle konu konuyu açar ve zamanın nasıl akıp gittiği anlaşılmaz. İşte hep dudaklarımdan gerekli sözler çıkamadığı içindir yılgınlığım zati...

Fakat yazmak öyle midir? Sadece sessizlik içinde zihninin içinden geçenleri yakalamak, onları toparlamak, düzenlemek ve kelimelere dökmek. Yazılan her bir kelimeyi kontrol etmek, cümlede ki yanlış anlaşılmaları düzenleyebilmek. İşte bu! Hataları düzeltme şansının çok yüksek olması yazıyı benim için önemli kılan nokta, Bu yüzden severim yazılı eserleri okumayı izlemektense, işte sözcükler belirli şekillere büründüğü zaman başlıyor benim hikayem. Gerçi yazıların anlaşılması da insandan insana değişiyor kimse aynı noktayı yakalayamıyor yazıların içinde gizlenen duygulara ki! 

Ne olursa olsun yazı yazmayı konuşmaya daha çok seveceğim sanırım, kendimi daha net ifade ediyorum nede olsa, hem önceden de söylediğim gibi konuşurken yaptığım yanlışların içinde boğulmaktansa tekrar tekrar kontrol yaparak anlatmaya çalışırım zihnimdekileri belki bir duygudaş bulunur belki...