31 Mart 2013 Pazar

Nisan

Aylardan Nisan ayına gelmiş bulunmaktayız. Aslında yılın bu kısmıyla ilgili hayallerim farklıydı ve tamamen farklı bir yola girdi. Bakalım 2013'ün geri kalan günleri nasıl geçecek.

Mart'ın son haftası benim için hem güzel hemde biraz üzücü geçti ve nisan ayına gelmiş bulunmaktayız. Bu ay nasıl geçecek çok merak ediyorum açıkçası, çünkü beş ay gibi kısa bir zaman kaldı...

Bu arada dünya tamamen karışıyormuş gibi görünüyor. Oturduğum yerden ahkam kesmek kolay belki ama Kore yarım adasında veya Ortadoğu bölgesinde savaş çanları çalıyor gibi görünüyor.  Bir biri ardına gelen restleşmeler ve meydan okumaların sonuçları neler olacak göreceğiz. Ne yazık ki askeri bilinç olarak çok düşük seviyelere indik ve savaş durumunda emir komutayı başarıyla yönetebilecek askeri bir zekanın şu anda yönetim kademesinin üst sıralarında bulunduğunu hiç düşünmüyorum.

Pfff! Yarın 1 Nisan ve en çok korktuğum fizikonun sınavı var. Durumum joseph joseph konumunda. Çalıştım mı? - Tabiki hayır.
Bakalım sonuçlar ne olacak, üç hafta boyunca sınavlarım olacak ve 17sinden sonra özgürüm.

Gelişi şen şakrak olmasa da geçişi şen şakrak bir nisan olur umarım hepimiz için.
Herkes güzel bir nisan ayı geçirsin.

Bu arada

BEWARE! :-)


27 Mart 2013 Çarşamba

Everything Burns(Anastasia ft. Ben Moody)

She sits in her corner 
Singing herself to sleep 
Wrapped in all of the promises 
That no one seems to keep 
She no longer cries to herself 
No tears left to wash away 
Just diaries of empty pages 
Feelings gone a stray 
But she will sing 

Til everything burns 
While everyone screams 
Burning their lies 
Burning my dreams 
All of this hate 
And all of this pain 
I'll burn it all down 
As my anger reigns 
Til everything burns 

Walking through life unnoticed 
Knowing that no one cares 
Too consumed in their masquerade 
No one sees her there 
And still she sings 

Til everything burns 
While everyone screams 
Burning their lies 
Burning my dreams 
All of this hate 
And all of this pain 
I'll burn it all down 
As my anger reigns

Til everything burns 
Everything burns 
Everything burns 
Everything burns 
Watching it all fade away 
All fade away
Everyone screams 
Everyone screams
(Watching it all fade away)

Til everything burns 
While everyone screams 
Burning their lies 
Burning my dreams 
All of this hate 
And all of this pain 
I'll burn it all down 
As my anger reigns
Til everything burns

Everything burns
Watching it all fade away
Everything burns
Watching it all fade away



26 Mart 2013 Salı

Ejderhalar!

Ejderhalar!

İnsan ırkının hayal dünyasını süsleyen en ihtişamlı yaratıklar. Sizler ne düşünüyorsunuz bilmiyorum fakat ben zihnimde oluşmuş olan ejderha imgesine kesinlikle hayranımdır. Hatta var olmayan bir şeyi örnek almak ve onun gibi olmak istemek ne kadar doğrudur tartışılabilir ama ben bir ejderha olmak istiyorum. Görünüm olarak öyle olma şansım olmaya bilir, lakin zihinsel olarak onlar kadar kuvvetli, bilgili ve zeki olmayı kesinlikle isterim.

Sizlere kendi zihnimdeki ejderhaları anlatmak isterim, oluşan hikayeleri birde benden dinleyin bakalım. Uzun ve yorucu bir yazı olabilir baştan uyarayım ;) Şimdi çayınızı alınız ve okumaya devam ediniz...


Merlin'in başlangıcındaki gibi 'Eski ve efsaneler zamanında!' diyerek başlamak istiyorum. İlk olarak uçabilen devasa kertenkeleler fikri ortaya nasıl çıktı bilinmemektedir. Bilim insanlarının yaptığı araştıramalar sonucunda dünyanın farklı yerlerinde, benzer özelliklere sahip ama bir o kadarda farklı hayali bir yaratığın isminden bahsedildiğini görmüşler. Bazı bilim insanları bunları, o tarihlerde bulunmuş olan dinazor kemiklerinin insanların zihninde oluşturduğu imgelemin neden olduğunu düşünmekteler.

İlk olarak yanlış hatırlamıyorsam çin kaynaklarında ejderhalardan bahsedilir ve günümüzde hala onların hayatında büyük bir yer kaplamaktalar.
Sonrasında Aziz George mızrağıyla halka korku saçan bir ejderhayı öldürdüğü efsaneleşmiştir.



Ve bu eşsiz yaratıklar günümüze kadar bir çok efsanenin konusu olmuşlar. Artık çağımızda böyle bir yaratığın dünya üzerinde yaşamadığı bilinmekte. Filmlere ve kitaplara fantastik dünyanın bir öğesi olarak da eklenmektedir.

Ejderhalı bir kaç çizgi film izlediğimi hatırlıyorum, sonrasında onlara en çok benzeyen ve benim en sevdiğim pokemon olan Chalizard ortaya çıktı.  Bilgisayar oyunları falan derken hayatıma fantastik romanlar girdi ve ejderhalar dünyasına daha geniş bir şekilde daldım.
İlk olarak Yüzüklerin Efendisindeki Nazgül'ler vardı, sonra Hobbit'te ki Smaug!
Bu sıralarda Ejderha Mızrağı serisini okumuş, bazı saçmalıklar olsa bile ejderhalara Huma sayesinde hayran kalmıştım. 
Christian Bale'in oynadığı alev kapanında, acaba gerçekten böyle olabilir mi diye düşünmeden edememiştim.
Eragon güzel bir ejderhanın hikayesiydi ve bir ejder süvarisi olmak, ne kadar güzel olurdu değil mi? Gök yüzünde sanki birbirinizin birer parçasıymış gibi özgürce dolaşmak. Ahh.... Ah...

Fakat şimdiye kadar en çok sevdiğim ejderha Merlin dizisindekidir, onun bilgeliği ve ileri görüşlülüğü, özellikle de sesi. İnsanı kendisine hayran bıraktırıyor.


Ve son olarak favori oyunlarımdan biri olan Elder Scrolls serisinin son parçası Skyrim'de hikayemizin içinde Ejderhalarda girecek ve eski viking tarzı dizayn edilmiş şehirlerde ve köylerde gezinirken rastladığımız ejderhalarla minik görüşmeler yapacakmışız :) Büyük çoğunlukla kılıçların ve pençelerin konuşacağından eminim. Oynamak için yazı bekliyorum, fakat belkide 1 nisanda başlayacak olan vizelerim biter bitmez başlayabilirim. 
Bu oyunun müziğini kendi tarzlarıyla klibe çeken ve yorumlayan peter ve lindseyden dinlemenizi rica ediyorum. Bayılacaksınız. Aramızda kalsın ama Lindsey'e hayranım, tatlı ve muhteşem yetenekli bir kız :)



25 Mart 2013 Pazartesi

Fallen Angel II

Bütün kardeşlerim çevremde toplanmışlardı...

Sanki evrenin her bir ucuna yayılmış olan bütün koruyucu ve gözlemciler, yerlerin yumuşak çim gibi insanın içini ısıtacak güzellikteki yeşil olduğu, beyaz oymalı ve devasa sütunların bulunduğu, her şeyin üstünde de gözetlediğimiz o eşsiz güzellikte minik elmaslar gibi parıldayan noktacıkların olduğu siyaha çalan bir resim tasvir edilmişti. İnanılmaz büyüklükteki o salon hiç bir aydınlatma kaynağı olmamasına rağmen sanki her yerden gelen bir ışık varmışçasına aydınlıktı.

"BABA!" diyerek seslendi, derinden gelen gür bir ses.

Sonra bütün gözler bana döndü, belki bir diz boyu kadarlık bir yükseltinin üzerinde durduğumu herkesin gözlerini rahatlıkla gördüğümde fark ettim. Kardeşlerimin gözlerinde korku, acıma ve duygudaşlık vardı, bazıları ise nefret ve öfkeyle süzüyordu...

"Sen En Önemli Kurallardan Birini Çiğnedin!" diye seslendi, babamıza haykıran o gür sesli başmelek. Onu bir türlü görememiştim çünkü kafamı oynatacak kadar cesaretli hissedemiyordum kendimi. Sonra yapmış olduklarımdan hiç bir pişmanlık duymadan yıkılmaz bir gurur ile yüzümü Başmeleğe döndüm...

O, benim hakkımda verilmiş olan hükmü açıklayacaktı. Ben durumumu ve sonuçlarını zaten daha en başta biliyordum, tüm cesaretimle bunu kabullenmiştim. Sadece doğru olduğunu düşündüğümü yapmıştım, ne yazık ki bu bizim için büyük bir suçtu. Kendi düşüncelerimize göre davranmak!


"Yeterince gelişmemiş bir canlı türüne öğrenmemeleri gereken, onlar için yasaklanmış olanı öğrettiğin için suçlusun! Meleklikten düşürüldün! Suçu işlemiş olduğun gezegendeki canlılardan biri olarak ölümlü olarak yaşayacaksın!" diyerek açıkladı cezamı.

Aslında benzer bir suç hiç yaşanmamış olmasına rağmen emirlere göre öldürülmem, daha doğrusu varlıktan yoksun bırakılmam lazımdı. Hiçlik!
Bu beklenmedik bir cezaydı, izleyenler arasında şaşkınlık ve bunun yaratmış olduğu şokun etkileri sürüyordu, çünkü ceza bir meleğe yapılabilecek en kötü olaydı; Düşürülmek! Ölümden bile kötüydü, düşüncemize göre.

"SUSUN!" diye gürledi yine başmelek.
" Sen! Öğretmiş olduğunun bedelini ödeyerek tekrar huzura kavuşabilirsin, bunun için sana sadece dört hak verildi. Bunları iyi değerlendir, eğer dördüncü hakkının sonunda da başaramamış olursan bir ölümlü gibi ölecek ve yaptıklarının cezasını Lucifer'in yanına gönderilerek ödeyeceksin."

O devasa salondaki bütün herkes donmuştu. Ve kimse gözlerini bile kırpamıyordu. Lucifer'in ismi bütün kardeşlerimin yüreğine korku doldurmuştu bile, onun bulunduğu o dipsiz kuyuya gitmenin düşüncesi bile dehşet vericiydi. Ve ben dört hakkımı doğru değerlendiremezsem o kuyunun içine gidecektim...

Herkes üzerinden dehşetin şokunu attıktan sonra, acıyarak gözlerime bakarak kendi sorumluluklarının başlarına döndüler. Kimse tek bir kelime bile etmedi önümden birer birer geçerlerken. Ta ki! En sevdiğim kardeşim benden bir an sonra var olan;
 " Bu cezaları gerektirecek kadar büyük ne suç işledin? Onlara ne öğrettin?" diyene kadar...

Bir şey söyleyemedim...

Oda uçtuktan sonra dudaklarımın arasından...

-Aşk!-


Cacık!

Sizleri hiç bilmiyorum ama dostlar kendimi hıyar gibi hissediyorum...
Daha önceden bahsetmiştim, çoğu zaman hislerimi dile getiremez, kelimeye ve ya davranışa çeviremem.
Şuan ki halimi dostlar işte en güzel Barış Abi anlatıyor;

Anlamak isterseniz sizde beni biraz dinleyin... Kendimi hıyar gibi hissediyorum a dostlar...


Bir Hayli




Wauw!

Tek kelimeyle çok iyi! Klipten bahsediyorum öncelikle hatta şarkının sözlerini hiç dinlemedim bile diyebilirim. Ağzım açık bir halde sadece klibi izledim bildiğiniz kısa film haline getirmişler. Daha önceden 'Ugly Betty' olarak dünyamıza giren çirkin görünümlü kızın tarzını değiştirerek güzel bir kız haline gelmesini, erkeğin başına gelseydi nasıl olurdu şeklinde yorumlamışlar ve baya güzel bir iş çıkmış.  Klibi hazırlayan ekibi tebrik ediyorum.

Bu arada hala sözlerini dinlemedim...

Adam gibi Adam!


Erkekler için hazırlanmış bir listenin ismini gördükten sonra aklımda canlanan ilk şey yukarıdaki oldu :D

Evet Adam gibi Adam olmak için yapabilmemiz gereken 20 şey bunlarmış;

Erkek olmanın size sağladığı avantajları dibine kadar kullanın. Ne de olsa en doğal hakkınız.

1-Ateşin başında oturun 

Ateşin gücü ilkel çağlardan beri erkekleri etkiliyor. İster kamp isterse de mangal ateşi olsun, bir sopayla ateşi karıştırarak canlı tutun. Daha fazla puan için odunları elinizle yerleştirin.

2-Başka birinin hakkını savunun


Toplantıda fikirleri aşağılanan ve kendini savunamayan birini savunmak için tartışmaya dahil olun. Hakarete uğrayan birini koruyun. Savunduğunuz kişinin gözünde kahraman olacaksınız. Diğerleri ise sizden çekinmeyi öğrenecek.

3-Beş dakika içinde kapıdan çıkmaya hazır hale gelin 

Gezmek ya da kendi düğününüze gitmek için hazırlanmanız farketmez. Beş dakika içinde kapıdan çıkın ve kadınlardan farkınızı ortaya koyun.

4-Bol bol acı yiyin 


Hindistan cevizi sütü ye muz dilimleri kızlar içindir. Yemeğinizi bol acılı yemeyi öğrenin.

5-Çakıyla kalem açın 

Kalemtıraş kullanmak daha pratiktir ama dedeniz, zamanında kalemini çakıyla yontuyordu. Kendinizi daha maço hissetmek için çakıyla kendinize ahşaptan pipo bile yontabilirsiniz,

6-Çenenizi kapatmayı öğrenin

İnsanlar bir kelimeyi yanlış telaffuz eden kişinin hatasını unuturlar fakat sizin ukala gibi çıkıp dalga geçerek o hatayı düzeltmenizi unutmazlar.

7-Etrafından dolaşmak varken üzerinden atlayın 

Çit, kaya, alçak duvar fark etmez. Engelleri, dolaşarak değil sıçrayarak aşın.

8-Gazete okuyun 


Yalnız bu, her zaman okuduğunuz gazete olmasın. Yabancı bir gazete okuyun. Bu farklı dünya görüşünü benimseyen bir gazete olsun ki vizyonunuzu genişletecek farklı bir bakış açısı edinebilin.

9-Hakeme giydirin 


Televizyon başında izlediğiniz maça saydırırken hakemin kimbilir kaç yıllık tecrübesini de hiçe saymış olacaksınız. En iyiyi hep siz bilirsiniz.

10-Kimsenin açamadığı kavanozları açın 

Ekstra puan koparmak için sanki çok kolaymış gibi davranın. Açar açmaz içindekilerden biraz alıp ağzınıza atın ki hareketin etkisi daha da artsın.


11-Komşuya dolu tabak gönderin
Yarın öbür gün kapısını çalıp, işi düştüğü için bir şey isteyen soğuk komşu imajı yaratmak yerine şimdiden iletişim kurun. Bir tabak yemek ilişkiyi sıcak tutmak için birebirdir.

12-Hırdavatçıdan el aleti satın alın

Matkap da olur herhangi başka bir alet de. Kendi işini kendi yapan bir erkeğe dönüşün, testosteron seviyenizdeki artışla kadınların başını döndürün.

13-Pişirdiğiniz tencereden yemek yiyin 

Yemeği pişirdiğiniz tencereden yiyerek daha az bulaşık çıkarırsınız. Kendinizi orman ateşinde pişirdiğiniz yemeği yiyormuş gibi hissedersiniz.

14-Samimi teşekkür edin

Kelimeler haybeden söylenirse anlamını yitirir. Otobüs şoförüyle konuşurken kulaklıklarınızı çıkararak saygı gösterin. Apartman görevlisi çöpü çıkarırken bir ucundan da siz tutun. Gerçek teşekkür iletişim kurarak yapılır.

15-Sevdiğiniz kadına mektup yollayın ama e-posta olmasın

Üzerine pul yapıştırdığınız, postaneden gönderdiğiniz somut bir şey olsun. Değeri binlerce elektronik postadan daha yüksek olacaktır.           

16-Sevgilinize ellerinizle yemek yapın


Hiçbir şeyi hazır satın almayın. Cesur olun. Kötü bir yemek bile olsa tamamen sizin yapımınız olduğu için gözünde değerinizi artıracak.                

17-Sevgilinizin kedisini okşayın

Isırırsa ısırsın, tırmalarsa tırmalasın. Kolunuz büyüklüğünde canlı size ne kadar zarar verebilir? Korkmayın ve sevgilinizin gözüne hoş görünmek için kediyi mıncıklayın. (Cebinizde gizlediğiniz bir avuç kuru mama da işinizi kolaylaştırabilir.)


18-Sıcak kapları mutfaktan yemek masasına taşırken tutacak kullanmayın

Soğan erkeği misiniz değil misiniz, işte o zaman anlaşılır.

19-Tişörtünüzü çıkarın.
İstediğiniz yerde, istediğiniz zaman üzerinizdekini çıkarabilirsiniz. Erkek olmanın güzelliği de bu.

20-Yüksek sesle ıslık çalmayı öğrenin.

Fakat kadınları rahatsız etmek için değil, yalnızca arkadaşlarınızı çağırmak için kullanın.

Mynet- Askmen sitesinden alınmıştır.

24 Mart 2013 Pazar

Yatmak- Kalmak

Tam yirmi dakika önce yatmıştım. Gözlerimi kapattım ve gözlerimi açtım.

Aradan sadece ve sadece 20 dakika geçmiş.(00.14) Sırılsıklam uyandım, yine bir kabustu sanırım. Fakat hiç bir şey hatırlamıyorum. Sadece bir şey yapmak istedim ve yaptım. Uyanınca ilk aklıma gelen, içsel bir dürtüydü sanki!

Uyanmak ve uyanmamak arasındaki fark gibi belkide hala rüyanın içindeyim. Inception gibidir belkide, rüyanın içinde bir rüya... Ama mutluluk sanki orada! Korkuların kaybolacağı, her şeyin en güzel halini alacağı yer sanki orası...

Ben artık üzerimi değiştireyim, ıslaklıktan üşümeye başladım. Zaten hastayım, daha kötü hala gelmemek lazım.

Herkese iyi geceler... :-)

23 Mart 2013 Cumartesi

Grip!

Dışarıda hava çok güzel şu saatlerde İzmir gökyüzünde. Maalesef ki ben odamda yatağıma uzanmış, kucağımdaki bilgisayar ile uğraşıyorum. Grip! Bir erkeğin korkulu rüyası sanırım.



Genellikle durum aynen bu şekildedir. Ve bende resimdeki adam gibi yatıp dinlendiğimi söyleyebilirim. Sonra bunun nedenini düşünmeye başladım. Fark ettim ki burunları tıkanan erkeğin bedeni yeteri kadar oksijeni elde edemiyor ve bitkin düşüyor. Zaten fazla gereksiz şekilde sonuç odaklı çalışan beyni ise yetersiz oksijen karşısında vücuda 'sen sadece yatmalısın' mesajı iletiyor. Sonrasında da o beyin çalışma seviyelerini en alt seviyelere çekip IQ seviyesini 5-10 yaş grubuna indirgeyip, sürekli dışarıdan sevgi, şevkat ve ilgi odağı olma yönünde kendisini mızmız bir insan haline getiriyor...

Bu arada olay biraz reklama girebilir.

İzmir semaların sürülen bu gribe en iyi dinlenmek gider tabi ki fakat eğer baş, göz ve sırt ağrınız varsa bir parol biraz işinize yarayabilir, Boğazınızda tahriş varsa pastil bu durumu biraz hafifletebilir(Fakat mentollu şekerlemeler yemediğinize dikkat edin çünkü onlar geçici rahatlık verip sonrasında daha fazla tahrişe sebep oluyorlar) , Ayrıca doktorların pek yazmadığı fakat etkili olan theraflu(gribi taksitlendirme gibi düşünebilirsiniz, 4 günde geçebilecek gribi 8 güne yayıp hastalığın şiddetini sizi rahatlatıcak şekilde azaltıyor.)  ve aşırı öksürük durumunda suda çözünen mentopin tabletler öksürüğünüzü dikkate değer bir şekilde azaltacaktır. Son olarak pek hoş olmasa da balgam varsa tantum gargara yapabilirsiniz. Tabi ki her şey den önce doktorunuza gitmenizi tavsiye ederim. Çünkü ufak bir boğaz ağrısı ileride hayatınızı kökünden değiştirebilecek bir rahatsızlığa sebebiyet verebilir.(Başıma geldi! Gerçi ben doktora da gitmiştim ama işinden anlamayana gitmişim :( )

Bütün bunlara rağmen benim kendi tercihim Lokman Hekim methodudur. Öncelikle Bal'ı sofranızdan ayırmayacaksınız. Öyle her yerde satılan aptal aptal ballardan değil hakiki kokulu bal olacak. Sonra iyice demlenmiş, rengi nar çiçeği rengine gelmiş ıhlamur ve içinede karıştırılacak bir tatlı kaşığı bal sizi gerçekten rahatlatacaktır. Nane, limon ve zencefil de iyice kaynatıldıktan sonra hastalığınıza iyi gelebilir( birazda kabuk tarçın atarsanız etkisini daha iyi görürsünüz.) Sadece boğazınızda ağrı ve tahriş varsa adaçayı sizin için bulunmaz bir nimet. (önce aldığınız 2-3 dal adaçayını bir güzel yıkatın sonra 5 dakika kadar bir bardak kaynar suyun içinde bekletin ve için.) Hepsine bal koymayı unutmayın. ;)

Bol C vitaminli meyveleri de yemeyi sakın unutmayın. Hasta olan herkese geçmişler olsun...



18 Mart 2013 Pazartesi

18 Mart

Bu gece gökyüzüne bakma fırsatınız oldu mu ?
İzmir semalarında bulutsuz bir hava vardı ve gökyüzünde muazzam bir hilal ve onun biraz üzerinde ışıl ışıl parlayan bir yıldız.

Türk Bayrağı çok net bir şekilde orada ışıl ışıl parıldıyordu. Belkide bir işaret veriyordu o şekil!
Anlatıyordu nice yitip giden canların, hep o bayrak için, yaşadığımız bu vatan için şehit olduğunu...

Bir daha aynı şekilde aynı zamanda ne zaman gelir kim bilir fakat o gökyüzündeki güzel görüntüyü görebildiyseniz ve sizin o semaya bakabilmenizi sağlamış olan, yaşamanız için kendi hayatlarını feda etmiş olan her bir şehide şükranlarınızı sunuyor ve yaptıkları fedakarlıkları anlayabiliyorsanız. İşte siz gerçekten çok şanslısınız. Ve onlar da sayenizde huzurludur... Çünkü onlar sizin gibi insanlar için her karış toprağı kanlarıyla beslediler.

Şehitlerimizi şükranla anıyoruz...

15 Mart 2013 Cuma

StarGate

Yıldız Geçidi Serisi


Serisi olan hikayelerden sanırım biraz fazla hoşlanıyorum. Hatta ve hatta hiç bitmesinler istiyorum...

Stargate SG-1, Atlantis ve Universe şeklinde 3 seriye sahip bir dizi bahsetmekte olduğum. Gerçekten hayal gücü, kurgu, senaryo ve oyuncular efsaneler. Daha önceden MacGyver dizisinden R. Dean Anderson diziye başlama sebebimdi aslında, konusunun da ayrı bir büyüleyiciliği olduğu ise muhakkak.

İlk olarak 1994te Kurt Russel'in başrolünde oynadığı film ile başlıyor konumuz.

Bir grup bilim adamı mısırda yapılan kazılar sırasında devasa bir halka bulurlar ve bir süre sonra bu muazzam nesnenin dünya dışı bir maddeden yapıldığını keşfederler.Kısa süre sonra kazara bunu çalıştırırlar ve yaşanan bir kazadan sonra onu depolarına kaldırırlar. Taaa ki üzerinde yeniden çalışılmaya başlanana kadar, bir mısır arkeoloğu mısırlıların uzaylı olduğunu inatla savunmakta ve bu konudaki bulgularını diğer bilimadamlarına kabul ettirmeye çalışmaktadır. Ve bir gün onun bu tezi yardımıyla o halkanın ne işe yaradığı ve nasıl çalıştığı keşfedilir. Stargate! İlk keşif görevinde yaşanan bazı olaylardan sonra Ra ile karşılaşırlar. Neler olduğunu öğrenmek istiyorsanız filmi izlemeniz lazım.

Sonra SG-1 dizisinde bu olaydan bir kaç yıl sonra bu halkanın tekrar aktif hale gelmesiyle yaşanan olaylar ve bu cihazın dünya toplumuna yararlı olabilecek teknoloji, ittifak, ilaç ve bilgi edinilmek amacıyla kullanılmaya başlanmasını konu alıyor. Ve bu operasyonların başındaki SG-1 takımının başından geçenler anlatılıyor.

Atlantiste, biz insanların yıllardır aradığı ve hala bulamadığı kayıp kıtanın aslında başka bir yerde olduğunu keşfediyorlar. Oraya giden ekibin başından geçenler ve tamamen farklı bir kurguyla gelişen olaylar konu alınıyor.

Universe ise bizim eski insanlar denilen yüksek aydınlanma ve gelişmişlik düzeyine ulaşmış varlıkların ilkel dönemlerinde evrenin çeşitli yerlerine göndermiş oldukları araştırma gemisinin ve yeni gelen mürettebatının yaşadığı olaylar anlatılıyordu yarım kaldı. İnşallah yaptıkları yanlışın farkına varıp yeniden devam ettireceklerdir.


Burada uzun uzun her şeyi anlatamadım ama bilmenizi isterim ki olayların mantığa biraz yakın olması, uyumlu tarihsel bazı kurgular diziyi çok hoş bir hale getiriyor. Resmen 3.kez yeniden izlemeye başladım, çünkü  zihnimin boşa çalışması yerine fantastik hayaller dünyasına dalmasını tercih ediyorum. 3 film ve toplam 17 sezonluk 3 diziden oluşan bu seriyi izleyin izlettirin. Gözünüz korkmasın başlayınca nasıl bittiğinin farkına bile varmıyorsunuz.

Kimse Mutlu Olamaz Bu Hayatta

Artık böyle düşünüyorum...

Eskiden böyle düşünenleri kınardım, hatta acıyarak bakardım. Çünkü mutlak mutluluk işte orada dışarıda bir yerde sadece siz körsünüz diye düşünürdüm. Eh o zamanlar cahilmişim, belkide biraz polyanna mışım evrene pembe çerçeveler içinden bakıyordum belkide kim bilir. Hala öyleyimdir aslında, çerçeveleri kırıldı belki o gözlüklerin fakat kırılan camlardan bazıları gözüme batmış olacak ki evrenin bazı yerleri pespembe, güzel mi güzel adeta bir cennet geliyor bana.

Çevremde çok fazla insan vardır beni düşünen, herkes bir yerden düşüncelerini belirtir doğru yolda ilerlemem için ve çoğu zaman ilginçtir ki haklı olurlar. Fakat ben bildiğimi okurum yinede çünkü 'En iyi yol bildiğim yoldur.' derim. İnatçıyımdır da o konuda kimseye kulak asmam aslında, ben o yüzden buyum diyebiliyorum.

Oradan oraya sürükleniyorum tabi ki kocaman bir okyanusun ortasında, hayat  bir derya bense üstünde bir kayıkçı. O beni istediği gibi gezdirir gerçekte, biraz kürek sallarım burun kısmının yönü değişir geri kalana bakarsın dalgalar içinde hala sallanıyorsun. Hiç çarşaf gibi olmuyor işte o deniz... Tamam! İşte bu süper her şey yolunda dediğin an. Tam küreklere asılacağın an, işte tam o an. Dalgalar yine başlar, nereden gelir bilemezsin ve yine bir oraya bir buraya sallanır gidersin. Pusula ise hiç değişmez, tek bir yeri gösterir hep.(Son nefes!)

O yüzden işte kimse mutlu olamaz hayatta, mutlak mutluluk yok bu evrende. Varsa da biz hiç bir zaman öğrenemeyiz. Biz ki burnumuzun ucunu göremeyen insanoğluyuz, kalbimizin içinde saklı olan mutluluğun nasıl farkına varacağız...



İşte yedi adımda Mutluluk;



Kabus

İnanamıyorum, olamaz! HAYIR.....
Uyandım!
Gözlerim açılabileceklerinden bile daha fazla açılmış bir halde, bütün vücudum buz gibi soğuk ve üstüm sırılsıklam yataktan fırladım.

"Oh! Şükür kabusmuş." diye geçirdim içimden.

Pek rüyalarımı hatırlayan biri değilimdir. Son bir kaç gündür bazılarını ucundan hatırlıyordum ve hepsi sıradan şeylerdi. Ama bu!

Hala içim ürperiyor. Kalbimin nasıl attığını ise ancak hayal edebilirsiniz. Çünkü yeniden başıma gelemezdi, olamazdı, olmamalıydı..... Sanırım her zamanki kabuslarım gibi öldüğümü görsem bu kadar kötü olmazdım. Farklı kişiler farklı zamanlar ve aynı olay, tam ortasında saf ben O.o
Bazı duyguların bilinçaltıma bu kadar yoğun olarak işlediğinin farkına hiç varmamıştım, evet biraz vardı ama buzdağının sadece görünen kısmı oymuş tahminimce yoksa öyle bir kabus görme ihtimalim yok.

Allah kimsenin başına getirmesin diyorum sadece...





Master Yoda'yı dinliyoruz ve içimizdeki korkuyu yok ediyoruz...

14 Mart 2013 Perşembe

Bir Ay!






Yıllardan yollardan
Yabancı kolardan gel
Bin kere tövbe etsen
Bin kere bozsan yine gel
Yıllardan yollardan
Yabancı kullardan bil
Etme bulma dünyası
Onbeş yaş rüyası değil
Sana bir ay bana bir ay
Yetmez gülüm onbir ay
O birayı tut da gülüm
Onbin aydan say
Benim sevdam bana kolay
Nay nay ninay nay ninay
Sana sevdam kolay kolay
Geçmez onbir ay
Say yarama bastığın tuzlara
Gülü bir gün seni her gün
Gülü soluncaya seni ölünceye
Yinekimi sevdiğine emin oluncaya kadar
Beni ellerden sayma

13 Mart 2013 Çarşamba

Geç yayınlanan bir yazı(Bad Couple)

Bad Couple dizisinin artık son bölümüne geldim.
15. bölümde benim en çok hoşuma giden olay.
Gi Chan'ın Dang ja'dan sevdiğini duymak istediğini belirtmesi ve aralarında geçen konuşmadan sonraki Dang ja'nın hazırladığı oyun gerçekten muhteşemdi.

Site üzerinden izlediğim için bölümün orasını kesip burada sizinle paylaşamadığım için üzgünüm. Buradan bölümün tamamını izleyebilirsiniz ki olay hakkında hiç bir bilginiz olmasa dahi yapılan hepinizin hoşuna gidebilecek tatlı bir süpriz. :-)

Söylenen sözler çok güzel.
Bir tek Gi Chan'ın sahneye geçip sarıldıktan sonra Dang ja'yı bir çevresinde döndürmesini beklerdim. (En azından ben öyle yapmak isterdim ;) )

Bad Couple II

Ve... Mutlu son!

Ömürlerinin sonuna kadar, mutlu ve huzurlu yaşadılar diye canlandırıyorum zihnimde :-)

İzlemenizi tavsiye edeceğim bir dizi, başlangıcı biraz fazla garip gelebilir ve uzun süreli dizilere alışkın değilseniz izlemek biraz sıkabilir fakat son  bölümlere doğru acaba neler olacak diye başından ayrılamıyorsunuz.

Tabi ki tahmin edebileceğiniz iki sondan biri tam da düşündüğüm şekilde sona erdi.
Dang Ja ve Gi Chan çocuklarıyla ilk (kazara :P ) buluşma yerlerinde, Bizim fotoğrafçı hayalini gerçekleştirip sergisini açmış, Doktor ve eşi de kendi hayatlarını en güzel şekilde yaşamaya devam ediyor.


Her zaman yaptığım gibi dizideki karakterlerle, onların olgunluğu ve ya çocukluğuyla kendi yaptıklarım arasında benzerlikler bulurum. Gi Chan ve Model Oğlan da kendimle bağdaştırdığım özellikler ve hareketler gördüm. Anlatabileceğim, birebir benzerlikler değil ama benzerlikler yadsınamaz sanırım.

Ve son bölümü izlerken yine gereğinden fazla çalışan zihnim, geleceğimin hangisi gibi olacağını merak etmeye başladı. Düşüncelerim biri hakkında daha fazla yoğunlaşıyor ama geleceğin neler getireceğini asla bilemeyiz...

Yazıyı okuyan herkesin hikayesinin mutlu ve uzun ömürlü başlamasını, öylece de devam etmesini dilerim. :-)

12 Mart 2013 Salı

Sahne

Hayat bir tiyatro gösterisidir aslında. Çevremizdekiler dekorasyon, yanımızdaki insanlar sahne arkadaşları, figüranlar ve doğanın sesleri vardır sahne müziği olarak. Rol dediğimde öyle ezberlenip yapılacak bir şey değildir yaşadığımız(evet aramızda sürekli rol yapan insanlar var tabi ki de ama onların iki yüzlülüğünü, onların yalnızlığı olarak görüyorum ben, çünkü onlar hiç bir zaman bir tiyatronun baş rolünde oynayamayacaklar...)



Biz doğaçlama yaptığımız bir oyunun gösterimindeyiz. Baş rol bizimmiş gibi görünebilir fakat yakınımızdaki herkes aslında aynı oyunun gerçek baş rol oyuncularıdır. Hayatlarımız işte bu sahnede, bir hastane dekorundaki bir perdede kocaman bir çığlıkla başladı, sonra ağladık ve gösteri başladı. Sürekli izleniyoruz, bazen alkışlar kopartıyor, bazende hüzne boğuyoruz. Ne olursa olsun gerçek sanatçılar gibi elimizden geldiğince en iyisini yapmaya çalışıyoruz. İşte biz böyle yaşıyoruz aslında!

Dünya bir tiyatro sahnesi, çevremiz dekor ve hayatımız sahnelenecek bir senaryo...

Umarım herkes kendi sahnesinde en iyi rol arkadaşları ile hayat gösterisine çıkar.
Ve sahne...


1 Mart 2013 Cuma

Öykü

Saat, gece olduğunu büyük bir coşkuya haber verircesine gongladı. Akrep ile yelkovan üst üste gelmiş, uzun ve zayıf olan saniye tam onların üzerinden kaçarken duyuldu o gong sonra üç kere daha yankılandı evin içinde o ses. Büyük, ahşaptan yapılma, eski bir el yapımı saatti. Bu zamana kadar hiç şaşmamış sürekli çalışmaya devam etmişti. Sadece bir kez duraksamış, oda pek uzun sürmemişti, çünkü zaman akıp gidiyordu ve durması mümkün gibi görünmüyordu.

Büyük pencerenin önündeki, yüksek arkalıklı berjerde oturmuş dışarıyı seyrediyordum. Elimde bir fincan zencefilli-limon, dışarıyı seyretmek hoşuma gidiyordu. Evin ışıkları söneli çok olmuştu, ahali kendi odalarına çekilmiş ve huzurlu rüyalar alemine dalmış olmalıydı tahminime göre. Bu kocaman şehirde onlar gibi derin bir uykuda gibi görünüyordu. Bir-iki hayvan sesi duyuluyor, bekçinin ayak sesleri yankılanıyordu o boş sokaklarda. Bense artık hiç düzgün uyku çekemiyorum, o minik ufaklık korkuyla rüyasından uyandığında yavaşça yanına süzülüp, onu sakinleştiririm ara sıra bu aralar rahat uyuyor gibi görünüyor. Ne kadar da ona benziyor uyurken, o dalgalı uzun saçları, minik burun ve ağzı, tombiş yanakları...

Saat o gün duraksamıştı, sanki oda biliyordu, hissetmişti bir şeylerin olduğunu. Aradan tam üç ay dokuz gün geçmişti ve zaman akıp gidiyordu. Kah yavaş, kah hızlı ama genellikle yavaştı artık zaman. Tam şuradaki kanepenin üzerinde yatıyordu, ellerimi tuttu. Ah o sıcacık, pamuk gibi güzel elleri! Sonra gözlerimin içine, her şey için teşekkür ederim dercesine baktı, bir burukluk da vardı sanki beni yalnız bırakacağının üzüntüsüydü belki ve gözlerini kapattı. Yüzünde huzur dolu bir gülümseme, teninde nur gibi bir parıltı vardı işte o an. Sonrasını hatırlayamıyorum, önce gözlerim doldu, buğulandı, sonra birden her şey karardı...
Saat hala işliyor, zaman akıp gidiyor. Kah hızlı, kah yavaş ama genellikle yorucu bir şekilde yavaş...