25 Mart 2013 Pazartesi

Fallen Angel II

Bütün kardeşlerim çevremde toplanmışlardı...

Sanki evrenin her bir ucuna yayılmış olan bütün koruyucu ve gözlemciler, yerlerin yumuşak çim gibi insanın içini ısıtacak güzellikteki yeşil olduğu, beyaz oymalı ve devasa sütunların bulunduğu, her şeyin üstünde de gözetlediğimiz o eşsiz güzellikte minik elmaslar gibi parıldayan noktacıkların olduğu siyaha çalan bir resim tasvir edilmişti. İnanılmaz büyüklükteki o salon hiç bir aydınlatma kaynağı olmamasına rağmen sanki her yerden gelen bir ışık varmışçasına aydınlıktı.

"BABA!" diyerek seslendi, derinden gelen gür bir ses.

Sonra bütün gözler bana döndü, belki bir diz boyu kadarlık bir yükseltinin üzerinde durduğumu herkesin gözlerini rahatlıkla gördüğümde fark ettim. Kardeşlerimin gözlerinde korku, acıma ve duygudaşlık vardı, bazıları ise nefret ve öfkeyle süzüyordu...

"Sen En Önemli Kurallardan Birini Çiğnedin!" diye seslendi, babamıza haykıran o gür sesli başmelek. Onu bir türlü görememiştim çünkü kafamı oynatacak kadar cesaretli hissedemiyordum kendimi. Sonra yapmış olduklarımdan hiç bir pişmanlık duymadan yıkılmaz bir gurur ile yüzümü Başmeleğe döndüm...

O, benim hakkımda verilmiş olan hükmü açıklayacaktı. Ben durumumu ve sonuçlarını zaten daha en başta biliyordum, tüm cesaretimle bunu kabullenmiştim. Sadece doğru olduğunu düşündüğümü yapmıştım, ne yazık ki bu bizim için büyük bir suçtu. Kendi düşüncelerimize göre davranmak!


"Yeterince gelişmemiş bir canlı türüne öğrenmemeleri gereken, onlar için yasaklanmış olanı öğrettiğin için suçlusun! Meleklikten düşürüldün! Suçu işlemiş olduğun gezegendeki canlılardan biri olarak ölümlü olarak yaşayacaksın!" diyerek açıkladı cezamı.

Aslında benzer bir suç hiç yaşanmamış olmasına rağmen emirlere göre öldürülmem, daha doğrusu varlıktan yoksun bırakılmam lazımdı. Hiçlik!
Bu beklenmedik bir cezaydı, izleyenler arasında şaşkınlık ve bunun yaratmış olduğu şokun etkileri sürüyordu, çünkü ceza bir meleğe yapılabilecek en kötü olaydı; Düşürülmek! Ölümden bile kötüydü, düşüncemize göre.

"SUSUN!" diye gürledi yine başmelek.
" Sen! Öğretmiş olduğunun bedelini ödeyerek tekrar huzura kavuşabilirsin, bunun için sana sadece dört hak verildi. Bunları iyi değerlendir, eğer dördüncü hakkının sonunda da başaramamış olursan bir ölümlü gibi ölecek ve yaptıklarının cezasını Lucifer'in yanına gönderilerek ödeyeceksin."

O devasa salondaki bütün herkes donmuştu. Ve kimse gözlerini bile kırpamıyordu. Lucifer'in ismi bütün kardeşlerimin yüreğine korku doldurmuştu bile, onun bulunduğu o dipsiz kuyuya gitmenin düşüncesi bile dehşet vericiydi. Ve ben dört hakkımı doğru değerlendiremezsem o kuyunun içine gidecektim...

Herkes üzerinden dehşetin şokunu attıktan sonra, acıyarak gözlerime bakarak kendi sorumluluklarının başlarına döndüler. Kimse tek bir kelime bile etmedi önümden birer birer geçerlerken. Ta ki! En sevdiğim kardeşim benden bir an sonra var olan;
 " Bu cezaları gerektirecek kadar büyük ne suç işledin? Onlara ne öğrettin?" diyene kadar...

Bir şey söyleyemedim...

Oda uçtuktan sonra dudaklarımın arasından...

-Aşk!-


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder